29 Eylül 2017 Cuma

Denemeler - Montaigne | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Essais
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 302
Baskı Yılı: 2017
Goodreads Puanı: 4.1  (3,318 Oy)

Arka Kapak Yazısı 

Michel de Montaigne (1533-1592): “Kendini tanı” ve “Ne biliyorum?” gibi temel sorularla yola çıkarak bir insanda insanlığın bütün hallerini yoklayan “deneme” türünün isim babasıdır. 1571’de kitaplarıyla birlikte çiftliğine çekilmesiyle başlayan bu yaratıcı süreç, Montaigne’i önce okuduklarıyla ilgili notlar almaya itmiş, aynı notlar zamanla Denemeler’i (1580) oluşturmuştur. Sabahattin Eyüboğlu çevirileri de, 1940’daki ilk baskısından 1970’deki halini alana dek her defasında yeni parçalar eklenerek bir anlamda yapıtla benzeri bir yol izlemiştir.

Yorum


  Normalde beğendiğim kitaplar için, "bu kitaba bir şans verin" derim. Denemeler içinse diyorum ki bırakın kitap size bir şans versin. Kitap öylesine güzel ki ilk sayfadan değerini anlıyorsunuz ve eşsiz bir şeyi elinizde tuttuğunuzu fark ediyorsunuz.

Bana doğru gelen hiçbir şey yoktur ki yanlış gibi de gelmesin.

  Ben İş Bankası Yayınlarından çıkan baskısını okudum, kitabın başında Sabahattin Eyüboğlu'nun yıllar içinde yazdığı üç önsöz vardı. Önsözler hem çok güzel hemde sizi kitaba çok iyi hazırlıyor.

Düşüncelerimizin en iyi aynası hayatlarımızın akışıdır.

  Denemeler'i oldukça yavaş ve özümseyerek okudum, en iyi yoğunlaşabileceğim anları seçerek okudum, günlerce elime almadığım oldu çünkü onu en iyi anlara sakladım ve bitmesin diye uğraş versem de bitti.

Her insanda, insanlığın bütün halleri vardır.
  Kitapta bir sürü deneme var ve hepsi hayattan bir çok konuyu ele alıyor. Her bir deneme anlatmak istediğini hem çok güzel bir biçimde anlatıyor hem de fazla tek bir sözcük olmadan. Kitabı yıllarca susuzluk çeken birinin su içeceği gibi içtim, tadı hala damağımda, baş ucu kitabım oldu. Artık sık sık bu sudan içeceğim muhtemelen.

İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.
  Montaigne bir abi, bir dost gibi, dertleşmek, danışmak ve sohbetinden bir parçaya dahil olabilmek eşsiz bir fırsat. Her sayfa da onu daha çok sevdim ve keşke onu görebilsem, konuşsa da saatlerce dinlesem dedim.

  Velhasılı kelam, Denemeler anlatılmaz, okuyun, bırakın kitap size bir şans versin.

Puanım


 

27 Eylül 2017 Çarşamba

Dokuz Gün (Jim Clemo Serisi #1) - Gilly Macmillan | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: What She Knew
Seri: Jim Clemo #1
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 496
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.89  (41,121 Oy)


Arka Kapak Yazısı
  Rachel Jenner bir an için arkasına dönmüştü. Şimdi sekiz yaşındaki oğlu Ben kayıp. Peki ama o talihsiz öğleden sonra gerçekten ne olmuştu?

   Kişisel sorunları ve kendisine sırtını dönen insanlar arasında kalan Rachel bir hata yapmıştı ve artık güvenebileceği kimse kalmamıştı. Ya insanlar Rachel'ın anlattıklarına güvenebilir miydi? Saat ilerliyor, Ben'in şansı azalıyordu. Peki, siz kimin tarafındasınız?


Yorum
   Bir gerilim-polisiye kitabının daha sonuna geldik. Uzun zamandır polisiye okumadığım için bir miktar özlem duyduğum doğrudur. Bu kitapta güzel bir geri dönüş oldu diyebilirim. Aslında kütüphaneden Stephen King’in 22/11/63 eserini almıştım ve gerilim kitabı okumaya onunla geri dönüş yapacaktım  ama işler yolunda gitmedi ve okuyamadan geri vermek zorunda kaldım. Bende içimde ukte kalmasın diye bu kitabı okumaya karar verdim. Belki Stephen King’in eserinin etkileyebileceği kadar etkilemedi ama yine de fena kitap sayılmazdı.

Çoğu zaman başkalarının gözünde, sandığımız kişi değilizdir.
   Kitabı kısaca özetleyecek olursak kayıp bir çocuğun davası, bu davada bulunan dedektifin olayları ele alışı, annenin kayıp çocuğu ile olan bağı ve hisleri okuyucuya aktarılmış. Kitapta duygular, olaylar gerçekçi bir dille aktarıldığı için hoşuma gitti. Annenin olaylara verdiği tepkiler hayatın içinden ve gerçekçi idi. Kaçırılma planı da mantıklı ve olayların gidişatı düzenli idi. Bir yerden sonra kitap bayağı heyecanlandı. Sürekli acaba şu mu acaba şöyle mi diye kafamda kurmaya başladım. Sonu meraklandırıcı ve ucu açık bitmişti. İkinci kitap henüz ülkemizde çıkmadı ama çıkınca da okunabileceğini düşünüyorum. 

Birileriyle tanıştığımız zaman, onun takdirini kazanmak için elimizden geleni yaparız, kendimizi en iyi şekilde ifade etmeye çalışırız, yine de çoğu zaman yanlış anlaşılırız. Bu, hayatın trajik bir yönüdür.
   Dili akıcı ve sade idi. Bir yandan dedektifin ağzından anlatılırken, diğer yandan anne de olayları kendi bakış açısı ile anlatıyordu. Yani hep olaylara bir polisiye düzeyinde mesleki olarak bakabiliyor, hem bir annenin gözünden ve duygusal yaklaşabiliyordunuz. Zaten kitabın mesleki yönü de olduğu söylenebilir. Çünkü çocuğu kaçırılan anneye uygulanan terapiler, psikolojik eğitimler, mesleki terimler çok fazla hakimdi kitaba. Bu yönüyle eğitici ve öğretici bir kitaptı da diyebilirim. Kitabı genel olarak beğendim. Orta kalitede bir polisiye arayanlar varsa kitabı okumalarını öneririm. Herkese bol kitaplı günler. :)


Puanım


26 Eylül 2017 Salı

Vadideki Zambak - Balzac | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Le Lys Dans la Vallée
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 328
Baskı Yılı: 2017
Goodreads Puanı: 3.62  (2.738 Oy)

Arka Kapak Yazısı 


İnsanlık Komedyası’nın Töre İncelemesi ayağında Taşra Yaşamından Sahneler başlığı altında yer alan Vadideki
Zambak 1836 yılında yayımlandı. Roman, gençlikten yetişkinliğe uzanan yolu, evli bir kadına duyduğu aşkla
kateden Felix’in hikâyesini anlatıyor.

Yorum

  Balzac.. Goriot Baba ile başladığım Balzac serüvenine hız kesmeden devam etmeye çalışıyorum. Şu sıra elime pek kitap alamadığım için yavaşlamak zorunda kaldım ama hız kazanmaya çalışacağım.

  Balzac'ın en tanınmış ve en sevilen eserlerinden biri. İmkansız bir aşkı, temiz ruhları ve saflığı konu alan bir roman. Girişi oldukça acıklı olsa da (okurken çok üzülmüştüm), ilerleyen bölümlerde aşkın derinliklerinde yüzüyor ve umut ile umutsuzluk arasında hikayenin sonunu merakla bekliyorsunuz.

Her acının öğrettiği bir şey vardır, onca acı çektiğim için bilgim derindir.

  Kitaptaki karakterler hem güçlü hem de özgünler. Gerçek aşk ve sevgiyi irdeliyor ve saf sevginin ne olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Her karakter sevginin başka bir biçimini temsil ediyor, hepsi hayatın içinden hepsi olağan, bununla birlikte hepsi kusurlu.

  Ben kitabı yaklaşık iki haftada okudum, zaman bulup başına hiç geçemediğim günler oldu, bu da kitapla arama girdi ne yazık ki. İstediğim etki bende tam anlamı ile uyanmadı, daha kısa bir sürede okusam daha çok seveceğime eminim. Uzun betimlemeler bazen hikayeden kopmanıza sebep olsa da sevginin çeşitli hallerini okumak ve inceleme fırsatı bulmak hoşuma gitti. Vadideki Zambak'ı ne kadar sevsem de Goriot Baba hala favorim.

Puanım


25 Eylül 2017 Pazartesi

Ölüm Oyunu - Koushun Takami | Kitap Yorumu

  
  Orijinal Adı: Battle Royale 
Seri: Yok
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 624
 Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.24  (41,574 Oy)


Arka Kapak Yazısı
Varoluş ile vicdanın mücadelesi:
Bir adaya hapsedilmiş
21 kız ve 21 erkek öğrenci.
Şiddet dolu, kâbus gibi bir oyun.
Onlarca silah, psikolojik bir savaş
ve tek bir kazanan…

   Totaliter Büyük Doğu Asya Cumhuriyeti, halkı baskı altında tutmak için her sene acımasız bir askerî program düzenlemektedir. Bu doğrultuda ıssız bir adaya götürülen lise öğrencilerine rastgele silahlar verilmekte ve kuralları çiğnediklerinde patlayan tasmalarla, geriye tek kişi kalana kadar birbirleriyle mücadele etmeleri beklenmektedir…

   Modern Japon edebiyatının klasikleşmiş eserlerinden sayılan ve aman vermez günümüz dünyasında hayatta kalmanın anlamına dair çok güçlü bir alegori olan Ölüm Oyunu, şiddet kavramını baş döndürücü bir gerilimle işliyor.



 Yorum
   Bu kitabı okuduğum için biraz şaşkınım aslında. Önyargılarım olduğundan değil ama öncelikle Japon yazarlara daha önce pek ilgi duyup bir eserlerini okumamıştım. Genelde mangaları ve animeleri iyi olduğu için japon bir yazar okuyacak olursam manga okurum diye düşünüyordum. Hemde korku-gerilim tarzı kitaplar pek ilgimi çekmiyordu. Her yazarın gerilimi iyi olmuyor. Gerilim türü bir şey okuyacak olursam bunu Stephen King, Jean-Christophe Grange, Tess Gerritsen gibi yazarlardan okumayı tercih ederim diye düşünüyordum. Ama arkadaşımın elinde görüp bir de benim hoşuma gitti diye övünce bir tadına bakayım diye başladım ilk sayfalar sarınca yarım bırakmak istemedim ve nihayetinde bitirdim.


   Kitapta çok fazla karakter vardı. Bu yüzden kitabın ilk yarısında heyecanlı ve güzel gitse bile kitap belli noktadan sonra tekrara düşüyor gibi geldi, git gide tahmin edilebilir olmaya başladı buda okurken beni sıktı biraz açıkçası. Gereksiz yere uzatılmış yerler vardı. Kitap konusu olmaktan çok gerilim-korku türünde bir film olmaya müsait bir eserdi. Özgün yerlere rastlamadım değil. Yazarın kültürel birikiminin izlerini görmek mümkündü. Ama genel hatları ile sanki biraz Açlık Oyunları tarzında esinlenmeler görülüyordu. Distopik bir konusu olmakla birlikte bilim-kurgu tarzına hitap eden yönleri de vardı kitabın.

Düzeni sağlamanın en iyi yolu ortamda tek bir kralın olmasıydı.
   Kitap lise öğrencilerini konu alıyor. Gerçekçi bir bakış açısı ile günümüz lise öğrencilerinin durumunu çok iyi yansıtmış. Hepsi ergenliğinin zirvesinde, duygularını çok yükseklerde yaşayan, düşmanlığa savaş ve rekabete hazır 42 genci konu alıyor kitap. Kitap çok detaya girmese bile hepsinin hayatına karakteristik özelliklerine şöyle bir değinmeden geçmiyor. Ağırlıklı olarak o adadaki mücadeleleri, planları, ittifakları, hainlikleri konu alınıyor. Hayatta kalma mücadelesi içinde insanların, özellikle gençlerin ne kadar vahşileşip şiddete eğilim gösterebileceği çok güzel işlenmiş. Özgün, hoşuma giden karakterler oldu. Bazı karakterler ise çok gereksiz gelmişti, yazar da bu kadar karakterli bir kitap yazma kararı ile bir hata yapmış olmalı onca karakterin her birine farklı farklı özellikler yüklemek biraz zor, ister istemez tekrara düştüğü veya saçmaladığı noktalar olmuş. Keşke karakter kadrosunu biraz daha dar tutsa imiş. Ufak sürprizler, sağ gösterip sol vurmalar olmadı değil ama sonu beni pek şaşırttı diyemem. Yine de gerilim-distopya severler ve Açlık Oyunları gibi kıyasıya mücadele isteyen okurlar için gayet de gideri var kitabın. Herkese bol kitaplı günler dilerim. :)

Puanım

24 Eylül 2017 Pazar

Cennet Ateşi Şehri (Ölümcül Oyuncaklar #6) - Cassandra Clare | Kitap Yorumu

   Orijinal Adı: City Of Heavenly Fire
Seri: The Mortal Insruments  #6
Önceki Kitap: Kayıp Ruhlar Şehri
Yayınevi: Artemis Yayınları
Sayfa Sayısı: 800
Baskı Yılı: 2014 
Goodreads Puanı:4.48  (206,247 Oy)


Arka Kapak Yazısı
Siyah, gece boyu avlanmanın rengi

Beyaz, ölümün ve yasın

Altın rengi, gelinlikler içindeki bir gelinde güzel

Ve kırmızı, büyüyü tersine çevirmeye özel

- Gölge Avcısı Çocuk Şiiri

    Dünyayı sarsan kült seri “Ölümcül Oyuncaklar”ın merakla beklenen bu baş döndürücü finalinde, Clary ve arkadaşlarışimdiye dek karşılarına çıkan en acımasız düşmanla savaşacak: Clary’nin ağabeyi.Sebastian Morgenstern çoktan harekete geçti. Cehennem Kupası’nın gücüyle Gölge Avcıları’nı karanlık avcılara dönüştürüyor. Aileleri ve âşıkları birbirinden ayıran bu karanlık yaratıklarla Sebastian’ın ordusu gitgide genişliyor.

   Köşeye sıkışan Gölge Avcıları, Idris’e çekilse de Alicante’nin meşhur iblis kuleleri bile onları Sebastian’ın gazabından uzak tutacak güçte değil. Üstelik Ne filimler, Idris’te kapana kısılmışken dünyayı iblislerden kim koruyacak?

   Ne flimler’in hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir ihanet açığa çıkarken Clary, Jace, Isabelle, Simon ve Alec’in kaçmaktan başka çaresi yok. Daha önce hiçbir Gölge Avcısı’nın ayak basmadığı ve giden hiçbir canlının geri dönemediği iblis topraklarının derinliklerine yolculuk etmek zorunda kalsalar da...


Yorum
   Nihayet sürünerek de olsa koskoca seriyi çok şükür ki bitirdim. Normalde bunun gibi fantastik aşk romanları hemen akar gider ama ben sadece otobüsten otobüse e-kitap olarak okuduğum için bitirmem biraz zaman aldı. Belki de sırf böyle süründürerek okuduğum için çok da tadını alamadım kitabın. En azından serinin diğer kitapları kadar sevemedim. Serinin ilk kitabından sonuna doğru beğenme oranım düzenli bir şekilde azaldı diyebilirim.

   Kitapta çok fazla olay sığdırılmaya çalışılmış ama bu kurgu kargaşasına sebep olmuş. Sürekli kitabı aksiyonlu yapayım derken yazar biraz fazla abartmış diye düşündüğüm yerler oldu. Spoiler vermek istemiyorum ama kitabın gidişatı ve sonunda olanlar beni pek şaşırttı diyemem. Öngörülebilir sonlardan nefret ediyorum! Ama yazarın birtakım şaşırtmacalar yaptığı noktalar oldu. En azından herkes mutlu ve amacını elde etmiş diyebileceğimiz bir klişe yoktu. Simon’ı bu kitap daha çok sevdim. Çekici bulduğum Sebastian’a yani Jonathan’a ya da adı her neyse ona biraz daha sempati duyduğum yerler oldu. Özellikle kitabın son sayfalarına doğru bir an Jace’ciliği bırakıp Sebastian’cı olmama ramak kalmıştı. Jace’in özgüvensiz halleri ve ezilmiş çocuk psikolojisi artık feci sıkmaya başlamıştı beni ve Sebastian bir kaçış olmuştu bana. :)


     Kitaba farklı farklı çok fazla karakter katıldı. Etraftan aldığım duyumlara göre bazıları yazarın önceki serisi Cehennem Makineleri içinde yer alan karakterler olduğu için iki seri arasında bir köprü kurulmuş oldu. Ama onlarla ilgili bazı yerlerin çok fazla uzatıldığı ve içimi sıktığı gerçeğini göz ardı edemem. Belki bu Ölümcül Oyuncaklar Serisi’ni okumadan önce diğer seriyi okuyanlar için sorun olmamıştır ama ben onlar kadar severek okumadım o karakterlerin bölümlerini. Yani tavsiyem bu kitabı henüz okumamış olanların bu seriyi beklemeye alıp daha kısa bir seri olan Cehennem Makineleri serisini araya sıkıştırmaları. En azından bunu yapmak kitabın azımsanamayacak kadar bir kısmını daha çekilir kılacaktır.


   Kitap akıcı ve üslup güzeldi. Diyalogların doğallığı hoşuma gidiyordu. Özellikle Magnus Bane’in alaycı ve sempatik konuşmaları cidden haz alarak okuduğum yerlerdi. Ancak çeviri de yadırgadığım yerler olmadı değil. 5 kitaptır “stel” olarak okuduğum şey bu kitapta “mızrakçık” olarak çevrilince onun farklı bir şey olduğunu düşündüm ve uzun süre adapte olamadım. Sessiz Biraderler gibi başka birtakım çeviri hataları da olmasa gerçekten daha iyi olurdu. Gereksiz yere uzatılmış olsa bile, son 3 kitap biraz ağır ilerlese de yine de okuduğuma değdiğini düşünüyorum. Bu tür serileri sevenler hemen okumalılar. Bende ne zaman kısmet olur bilmiyorum ama Cehennem Makineleri’ni de yakın zamanda okumayı düşünüyorum. Herkese bol kitaplı günler. :)


Alıntılar
Zamanın silemediği anılar vardır. 
Sonsuzluk kaybı unutturmaz, sadece daha katlanılır kılar. 
Silahlar kırılıp tamir edildiği zaman, tamir gördükleri yerler daha güçlü olabilir. Belki kalpler de aynıdır. 
Bazen bir şeyleri yeniden kazanmak için her şeyini kaybetmen gerekir ve kaybetmenin verdiği acı ne kadar büyükse yeniden kazanmak da bir o kadar tatlıdır. 
Tuhaf, diye düşündü. Kendini hep cesur bir insan olarak düşünmüştü. Ölümsüz bir hayat yaşamak ve yüreğinle zihnini yeni deneyimlere, yeni insanlara kapatmamak cesaret gerektirirdi. Zira yeni olan şey hemen hemen hep geçiciydi. Ve geçici olan insanın kalbini kırardı. 
Düştüğün zaman olan budur. Sende pırıl pırıl olan her şey karanlık bir hal alır. Bir zamanlar ne kadar zekiysen o kadar kötü olursun. Uzun bir düşüştür bu. 
Bildiğim ve sevdiğim her şeyi terk ettim. Belki tam olarak terk etmedim ama kendimle daha önceki hayatım arasına bir cam duvar ördüm. Onu görebiliyor, fakat dokunamıyordum, bir parçası olamıyordum.


Puanım

23 Eylül 2017 Cumartesi

GERİ DÖNÜŞ

 

  Tüm kitap severlere selam olsun Görüşmeyeli uzun zaman oluyor değil mi? Hayat şartları, koşuşturma okulun zorluğu, iş ve çalışma derken bloga yazmaya yazmaya bu sıcacık ortamdan, bu zevkli hobimden soğumayı ve uzaklaşmayı nasıl kendime yedirebildim, nasıl kabullenebildim gerçekten şaşırıyorum.
   
    İnanın çok kitap okuyamadığım bir yaz geçirdim, reading slump denen zorlu bir kitaplardan uzaklaşma sürecim oldu ki bu çok tuhaf bir şey. Hani deli gibi sevdiğiniz ve aşık olduğunuz insanla bile aranıza mesafe koymak isteyeceğiniz, sevginin yeterli olmayacağı durumlar vardır ya hiç soğumak ve ona hissettiğiniz o muhteşem duyguyu kaybetmek istemezsiniz ama elinizde değildir git gide ondan uzaklaşırsınız. 
   
     Kitaplara aşık olmama ve okuma eylemini deli gibi sevmeme rağmen koşuşturmaca döneminde kitaplardan uzak kaldığım ve okuyamadan geçirdiğim bir sürenin ardından kitap okuma tempom düşmüştü. Kitapları çok daha uzun zamana yayarak ve süründürerek okumaya başlamıştım. Normalde okuldan, iş güç ve yapılması gereken diğer zaruri faaliyetlerden sonra kalan boş vakitlerimde hiç şüphesiz ilk tercihim kitap okumak olurdu. Bir vakit başka nasıl en güzel şekilde değerlendirilebilirdi ki? Hatta bence kitap okumak bir boş vakit etkinliği değil, gün içerisinde yapılması mutlaka gerekli bir rutin olmalıydı.


    Mottomu düşünürsek; "Kitap okumadan yatağa girdiğim ve uyuduğum her gün ölü gündür. Ceza olarak (ya da ödül?) ertesi gün iki katı okuma görevi yüklüyorum kendime" türünden bir insandım. Ama gelin görün ki son birkaç aydır boş vakit bulduğumda kitap okuma etkinliğinin rakibi olarak yabancı dizi izleme, dışarı çıkıp arkadaşlarla takılma, ingilizce çalışma, film izleme, nette gezip saçma videolar izleme, bilgisayar oyunları oynama gibi şeyler de ön plana çıkmaya başladı. Çoğu zaman da kazanan onlar oldu. Bunun sebebi belki ruh halimden belki o dönem seçtiğim kitaplardandı veyahut bir şeyden soğuyunca tekrar ısınmak zaman aldığı içindi bilemiyorum. Ama gerçekten durumun farkındaydım ve buna çok üzülüyordum yine de elimden bir şey gelmiyordu. Tercihlerimi ve isteklerimi kontrol edemiyordum. Ama insanın içinde bir şey yerleşmiş, özüyle bütünleşmiş ve insan gerçekten onsuz var olamayacaksa er ya da geç o noktaya geri dönerdi. Bende uzun bir sürecin ardından içimde kor gibi yanan bir özlemle kitaplarıma geri döndüm ve onlarsız kalan zamanımı telafi etmek için sabırsızlanıyorum. Onları ihmal ettiğim için beneklerimden çok özür diliyorum. Sizleri ve blogumu ihmal ettiğimden dolayı sizlerden ve blogumdan, blog yoldaşım Esma'dan özür diliyorum.

   Challengımda geri kaldım, kitap listemde okunmayı bekleyen onlarca kitap var. Blogu aksattım, severek takip ettiğim ve yorumlar yazdığım sevgili blogger arkadaşlarımın güzel yazılarını kaçırdım. Bunlar için de ayrıyeten üzüntülerimi defalarca belirtmek istiyorum. Zaten yazıyı yazma amacım bu. Bir yandan da düşünüyorum da benim yaşadıklarımı elbet yaşayanlarınız vardır. Kitap okumaya delicesine aşık olup da bir noktada tıkanıp kalan sonradan bu tökezlemenin ardından tekrar yoluna kitaplarıyla devam edenleriniz vardır. Hatta bence birçok kitap severin karşılaşabileceği bir durum. O yüzden en büyük tavsiyem ne olursa olsun kitaplarımızı aksatmamak ve en yoğun dönemimizde bile olsak geceleri yatmadan önce üç beş sayfa bile olsa bir kitap okuyup uyumak.


    Gündüzleri vakitlerimi işe yaramaz şekilde geçirsem de geceleri okuduğum birkaç kitaptan yapabildiğim kadarının yorumunu yazdım ve sizlerle onları paylaşarak sahalara geri dönüyorum hayırlısıyla. Bundan sonra gerek kitap yorumları olsun, gerek diğer blog etkinlikleri olsun düzenli şekilde ilgilenmeye devam edeceğim sevgili arkadaşlarım. Umarım beni özlemişsinizdir çünkü sizler özlendiniz. Yazılarınızı özledim, yorumlarınızı özledim, paylaşmayı ve paylaştıkça güzelleşen bu samimi blog kardeşliğini özledim. Upuzun yazarak başınızı ağrıttım biliyorum ama beni okuyanlar bilir kitap yorumlarım bile uzar gider. Kendimi ifade ederken bolca kelime kullanmayı sevenlerdenim heralde idare edin artık. :) o zaman herkese "hoşbulduk" diyerek yazımı sonlandırıyorum. Zira okumam gereken kitaplar beni bekler çok da oyalanmamak lazım. Kitap yorumlarımı ileriki günlerde sizlerle paylaşacağım. Takipte kalın lütfen. Herkese bol kitaplı günler.:)

7 Eylül 2017 Perşembe

Eugénie Grandet - Balzac | Kitap Yorumu

balzac

Orijinal Adı: Eugénie Grandet
Seri: Yok
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 196
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 3.79  (13,360 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Eugénie Grandet, büyük Fransız yazarı Balzac'ın İnsanlık Güldürüsü genel başlığı altında tasarlayıp gerçekleştirdiği çok sayıda romandan olşan o dev yapıtın en çok okunan parçalarından biri. 1833'te yayınlanan bu romanında Balzac, taşra insanlarını ve onların özellikle para ile olan ilişkilerini eşsiz bir gerçeklikle anlatır. Cimrilik ve aşk bu romanın iç içe işlenen iki ana temasıdır. Balzac, bu romanında, Grandet Baba'nın büyük malvarlığının alınteriyle açıklanamayacağını gözler önüne serer. Grandet Baba, Büyük Fransız Devrimi sonrasında, dönemin siyasal koşullarından ustaca yararlanmasını bilmiş, her türlü aldatmacayı geçerli kılan bir yöntemle büyük malvarlığının sahibi olmuştur. Bu zenginliğin içinde alınterinin payı, denizde bir damla gibidir. Eugénie Grandet'nin tertemiz aşkının ve yüce gönüllülüğünün, bütün bu pisliklerin yanında yeri nedir? İşte Balzac'ın büyüklüğünün tartışılmaz yanı burada ortaya çıkıyor. Bu roman öylesine sevilmiş, öylesine yaygın bir okur kitlesi bulmuştur ki, 'Eugénie Grandet'nin yazarı' diye anılmak, sonunda Balzac'ı bile kızdırmıştır.

Yorum

  Balzac ile Goriot Baba kitabı sayesinde tanıştım ve hem kitabı hem yazarı çok sevdim. Goriot Baba, Balzac'ın İnsanlık Güldürüsü'nün ilk kitabı ve kesinlikle çok başarılı bir eser. Yazar İnsanlık Güldürüsü'nü tamamlayamadan ölmüş olsa da yazabildiklerinin hepsini okumak istiyorum.

  Eugénie Grandet, insanın hem habis, cimri yönlerini hemde en saf hallerini bir arada okura sunan bir eser. Okurken iki zıt tutumla da karşılaşıyorsunuz. Grandet, çok zengin ama bir o kadarda cimri bir fıçıcıdır. Kitapta bir yandan Grandet Baba'nın servetini nasıl elde ettiğini ve koruduğunu okurken, bir yandan da kızının masum aşkına ve saf duygularına tanıklık ediyoruz. Kitabı okurken karakterler sizi sık sık şaşırtıyor ve cimriliğin, kötü duyguların insanlarda yol açtığı tahribatı size gösteriyorlar, inanmak istemeseniz de okuduklarınızın gerçek olma ihtimalinin yüksekliği kan dondurucu bir etkiye sahip.

  Eugénie Grandet, iyi ve kötüyü insana aynı anda sunan, insanlığın çeşitli hallerini size gösteren ve okurken hem öğreten, hem düşündüren güzel bir kitap. Klasiklerden  hoşlanıyorsanız mutlaka seveceğiniz bir kitap.

Alıntılar

Yaşamın önemli durumlarında, ruhumuz kederlerin ve hazların üzerimize çöktükleri yerlere güçlü bir biçimde bağlanır.
Birçok insan bir olayı ruh alanında başka bir olaya gizlice lehimleyen bağların, düğümlerin gücünü ölçmektense, sonuçlarını yadsımayı daha uygun bulurlar.
Dalkavukluk hiçbir zaman büyük ruhlardan çıkmaz, küçük beyinlere vergidir; bu küçük beyinler, çevresinde döndükleri kimsenin yaşam alanına daha iyi girebilmek için daha da küçülürler.


Puanım

1 Eylül 2017 Cuma

Bu Yaz Neler Okudum?


  Herkese merhaba! Bu yaz pek post girme imkanım olmadı, bende Sonbahar'ın ilk gününde böyle bir yazı yazarak, yazın ortaya çıkan büyük boşluğu doldurmak istedim.

  Bu yaz ne yazık ki istediğim kadar kitap okuyamadım, yazın büyük bir bölümü oldukça verimsiz geçti ve geri kalan zamanda da elimden geldiğince bunu telafi etmek istedim. Bu yaz okuduklarıma geçecek olursak;

Kitap Adı Yazar Sayfa Sayısı Puanım
Einstein'in Düşleri Alain Ligthman 111 4/5
Başlat Ernest Cline 516 4/5
Ve günler Yürümeye Başladı Eduardo Galeano 415 4,5/5
Gölün Dibindeki Ev Josh Malerman 184 2/5
Gülün Adı Umberto Eco 732 4,5/5
Karamazov Kardeşler Dostoyevski 1025 5/5
Genç Werther'in Acıları Goethe 126 3/5
Sandman 1-3 Neil Gaiman 3.7/5
Steelheart Brandon Sanderson 472 4/5
Pandora Henry James 88 3/5
Yakıcı Sır Stefan Zweig 96 3.5/5
Suskunlar Lorenzo Carcaterra 418 4/5
Yanlışlık Albert Camus 96 3.5/5
Uğultulu Tepeler Emily Bronte 493 4.5/5
Goriot Baba Balzac 376 5/5
Villette Charlotte Bronte 560 4/5
Yalnız Kurt ve Yavrusu 1-7 Kazuo Koike, Goseki Kojima 4.5/5


Her kitaptan bahsetmek biraz uzun bir yazı olacağı için küçük bir en'ler listesi yapmayı uygun buldum. :)

Bu yaz en sevdiğim kitaplar;
  • Karamazov Kardeşler
  • Goriot Baba
Bu yaz beni en çok etkileyen kitap; 
  • Ve Günler Yürümeye Başladı
Beklediğimi vermeyen kitaplar;
  • Genç Werther'in Acıları
  • Gölün Dibindeki Ev
  Listemi kısa tutmaya çalıştım, bu yaz bir iki kitap dışında okuduğum tüm kitapları sevdim. Zaten puanlarından da anlaşılıyor. :) Yeni bir manga serisi keşfettim; Yalnız Kurt ve Yavrusu, ilerleyen zamanda ondan ayrı bir yazıda bahsetmek istiyorum. Ben bu yaz hem güzel kitaplar okudum hemde çok güzel yazarlar tanıdım, sizin yazınız nasıl geçti? 

Villette - Charlotte Bronte | Kitap Yorumu

geçmişin gölgesinde

Seri: Yok
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Sayfa Sayısı: 560
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 3.75  (48,339 Oy)

Arka Kapak Yazısı


Charlotte Bronte'nin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı bu roman, hem yazarın en önemli kitaplarından biri hem de çağının gerçeklerini en iyi anlatan yapıtlardan biri olma özelliğini taşıyor.

Lucy Snowe, genç yaşta ailesini yitirince vatanı İngiltere'yi terk eder ve kıta Avrupası'ndaki Villette kentinde bir yatılı kız okulunda öğretmenlik yapmaya başlar. Lucy burada yalnızca geçmişin hayaletleriyle değil, geride bırakmayı arzu ettiği, kaçındığı duygularla da yüzleşecektir. Okulu sık sık ziyaret eden Doktor John'a karşı içinde yeşeren duygular, kendisine karşı hep zalimce davranan edebiyat öğretmeni Mösyö Paul ile Müdire Madam Beck ve Villette sosyetesiyle mücadelesi, okulun öğrencileriyle ilişkileri Lucy Snowe'un kendini ve dünyayı tanımasında büyük rol oynar. Protestan bir genç kadın olarak Katoliklerin dünyasında tek başına verdiği yaşam savaşı Lucy Snowe'u nereye götürecektir? Lucy Snowe'un her zorluğu göğüsleyen güçlü karakteriyle bu sorulara verdiği yanıt, mutlu sonla ilgili genel kabulleri altüst ediyor. Charlotte Brontë, çalkantılı ve sürprizli bir yolculuğu anlattığı son romanı Villette ile Jane Eyre'de ulaştığı edebi çıtayı yükseltiyor. Brontë'nin bu otobiyografik romanı, Viktorya dönemi Avrupası'nda, sesini henüz kimseye duyuramayan kadının tek başına ve dimdik ayakta durabileceğinin kanıtı.

"Tehlike, yalnız ve belirsiz bir gelecek, mutlaka kasvetli ve kötü olmak zorunda değildir, yeter ki karakter sağlam olsun ve yetiler kullanılabilsin; yeter ki Özgürlük bize kanatlarını ödünç versin, Umut bize yıldızıyla rehberlik etsin."


Yorum

  Herkese hayırlı ve iyi bayramlar dilerim.! :)

  Emily Bronte'nin Uğultulu Tepeler'inden sonra kardeşinin romanlarını da bekletmeden okumak istedim. Charlotte Bronte'nin en ünlü romanı Jane Eyre olsa da ben en sevilen kitabını biraz erteleyip, en beğenileni biraz bekletmek istedim.

  Villette, anne ve babasını çocukken kaybetmiş olan Lucy'nin kendi ayakları üzerinde durma ve kendini tanıma öyküsünü konu alıyor. Lucy, belirgin ve keskin özellikleri olan karakterlerden değil, aksine sade, kendi halinde bir karakter. Aslında Lucy okuduğumuz çoğu başkarakterden çok farklı, iyi, mutlu sona ulaşan ve çok çeken karakterlerden ya da olayları dramatize ederek okura sunan karakterlerden değil. Bronte, karakterinin iç dünyasını okura çok güzel yansıtmış, sanırım bu başarısının en büyük etkeni de kendinden ve yaşamından bir çok şey katmış olması.

  Kitap biraz yavaş akıyor ancak sıkıcı değil, zamana yayarak okumak ideal bir kitap ve kış mevsimine daha çok yakışacak gibi. Kitapta büyük olaylar yok ama her daim merakınızı canlı tutacak unsurlar mevcut. Karakterler ise birbirinden farklı ve ilgi çekici idiler, bazılarına gıcık olmadım değil. :D En sevdiğim ve ilgimi çeken karakter ise baştan itibaren Mösyö Paul oldu.

  Villette genel olarak sevdiğim bir kitap oldu, yavaş ilerleyen bir kitap olsa da bittiğinde okuduğunuza memnun olduğunuz bir kitap oluyor. Kitapta bolca yer alan Fransızca cümleler beni zaman zaman yorsa da severek okudum. Ve kitabın sonunu çok beğendim, kendine ve yapısına özgü, okurun hayal gücüne malzemeler bırakan kitaba oldukça uygun bir sondu. Kitabı dün bitirdim ve hala kitabın etkileri ve ruh hali zihnimde canlı.

Puanım