31 Mayıs 2016 Salı

Sineklerin Tanrısı - William Golding | Kitap Yorumu

kitap kapağı
Orijinal Adı: Lord of the Flies
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 261
Baskı Yılı: 2001
Goodreads Puanı: 3.62  (1,469,695 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne’ın Mercan Adası’nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine,Sineklerin Tanrısı’nın başlıca iki kişisine Mercan Adası’ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası’nda Ballantyne, oldukça duygusal ve biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusu’nda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır. Golding’in Sineklerin Tanrısı’nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup bitenler, Ballantyne’ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir…

Sineklerin Tanrısı’nda gördüğümüz ıssız ada da yeryüzünün cennetlerinden biridir. Çocuklar da bu adanın, okudukları Mercan Adası’na çok benzediğini söylerler. Ne var ki, başlangıçta bunu hiç sezinlemediğimiz halde, atom çağının çocukları, bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme çevireceklerdir.
Mîna Urgan

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Nail Art in Wonderland'da başlayan Bloggerlar Okuyor etkinliğinin Mayıs ayı okuması için Sineklerin Tanrısı seçilmiş olunca bende etkinliğe katılmak istedim, uzun zamandır istediğim ve kitaplıkta bekleyen kitabım için mükemmel bir fırsat olduğunu düşündüm ve kitaba başladım. (Etkinlikle ilgili yazı için buraya tıklayabilirsiniz.)

  Kitaba geçecek olursak; Sineklerin Tanrısı bir uçak kazasıyla ıssız bir adaya düşmüş olan çocukların adada yaşama tutunma hikayelerini konu alıyor, karakterlerin yaşları her ne kadar küçük olsa da, kitap çocuk kitabı gibi görünse de öyle değil. Yetişkinlere uygun olarak yazılmış bir kitap.



  Kitaba başlarken konusuyla ilgili kabataslak bir bilgiye sahiptim ve beklentim vardı açıkçası. Okuyanların yorumları, Nobel Ödülü derken kitap insanda ister istemez beklentiye sebep oluyor. Beklentilerim ve kitabın dilinin biraz ağır olacağını düşünmem kitaba başlamamı engellemişti ama okurken gördüm ki kitabın dili hiç ağır değil, oldukça basit. Satır aralarında anlatılmak istenen çok şey var ancak kitabın dili oldukça akıcı ve güzel. Kitapta bazı yerler hiç beklemediğim gibi gelişti, bazı yerlerde şaşırdım, bazı yerlerde dehşete düştüm ve sonu da beklenmedik oldu biraz.

  Sineklerin Tanrısı, insanın içindeki iyi ile kötünün savaşını alegorik biçimde, oldukça başarılı bir şekilde ele alıyor. İyiyi-kötüyü, hırsı, barışı, sevgiyi... çocuklar temsil ediyor. Adadaki çocuklar gerçek hayatın bir yansıması adeta. Başlangıçtaki davranışları, zaman ilerledikçe kendini gösteren öteki tarafları, hepimizin içinde olan iyi-kötü savaşı.. hepsini kitapta bulabiliyor ve insanın nasıl bir yaratık olduğunu baştan sorguluyorsunuz.
  Kitaptaki çocuklardan biri olan Simon'ın değidiği

 " Bizden başka canavar yok belki.."
Cümleden sonra durup düşünüyor ve cümlenin doğruluğuna hayret ediyorsunuz. Kitaba da adını veren Sineklerin Tanrısı'nın (Kutsal Kitapta İbranice şeytan demekmiş) herkesin içinde olduğunu ve ona uyanların canavarlaştığı da göz ardı edemeyeceğiniz bir gerçek haline geliyor.

  Kitabın sonundaki Mina Urgan'a ait olan sonsözü çok beğendim ve kitabın sonuna çok yakıştırdım, Urgan sonsözde kitaptaki her şeyin üzerinden açıklamalı bir şekilde bir kez daha geçerek kitabın anlatmak istediklerini pekiştiriyor ve bu çok hoş bir ayrıntı olmuş.

  Sineklerin Tanrısı dinlemek isteyene çok şey anlatabilecek bir kitap, okumayı düşünüyorsanız hiç bekletmeyin başlayın derim. İyi okumalar. :)

Puanım



28 Mayıs 2016 Cumartesi

Hırsızlar Cumhuriyeti - Scott Lynch | Kitap Tanıtımı

  Herkese Merhaba! Bugün mükemmel bir haberle karşınızdayım, en azından benim gibi Centilmen Piç serisi sevenler ve Locke'u özleyenler için. Şahsen ben özledim çok, bu seri bir başkaydı, karakterleriyle dünyasıyla, çok sevdiğim serilerden biriydi ve geçen üçüncü kitabının çıktığını öğrenince çok mutlu oldum. 3 Haziran'da satışa sunulacakmış, bunu da belirteyim.

scott lynch  

Orijinal Adı: The Republic of Thieves
Seri: Gentleman Bastard #3
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 688
Baskı Yılı: 2016

Arka Kapak Yazısı

"Zaten devlet dediğin, izinle yapılan soygundan başka nedir ki?"
Hırsızların en yeteneklisi, dolandırıcıların en eli çabuğu Locke ve yol arkadaşı Jean, hayatlarının en büyük soygununu yapacakları liman şehri Tal Verrar'dan canlarını zor kurtarmıştır. Artık akıllarında tek bir şeyle yola çıkarlar: Locke'un vücudunda gezinen ölümcül zehre çare bulmak. Umutlarının tükenmeye başladığı sırada pek de haz etmedikleri Bağlıbüyücülerden bir teklif gelir.
Büyücüler şehri Karthain'de yapılacak seçimlere hile karıştırmaları istenen Centilmen Piçler'in karşısında ise aynı amacı güden, Lamora'yla düzenbazlık ve üçkâğıtçılıkta baş edebilecek yegâne kişi vardır; Locke'un yıllar önce ilk görüşte kalbini kaptırdığı, aklından bir an olsun çıkaramadığı Sabetha…
İki sahtekâr sayesinde hiç olmadığı kadar dürüstlükten uzaklaşacak olan seçimler… Bağlıbüyücülerin yaptığı planlar içindeki planlar… Sabetha'ya karşı koyamayacak kadar ona tutkun bir Locke… Scott Lynch, Hırsızlar Cumhuriyeti'yle okurlarını büyülemeye devam ediyor.


  Arka kapak yazısı bu şekilde ve ben olacakları şimdiden çok merak ediyorum. Özellikle de gizemli kızıl Sabetha'yı. İlk iki kitapta ismini çokça duymuş ancak görmemiştik şimdiyse Locke'u kendine bu derece bağlayan kızı görebileceğiz. 

  Kitabın kapağını beğendim güzel olmuş ancak önceki iki kitabın kapağıyla pek uyumlu olmayacak gibi sanki. 

  Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler sonu belirsiz bazı olaylarla bitmişti ve onlar şimdi nasıl gelişecek merak ediyorum ve Hırsızlar Cumhuriyeti'ni dört gözle bekliyorum. Seriyi hala okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Locke Lamora'nın Yalanları yorumuma buradan, Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler yorumuma buradan ulaşabilirsiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim, iyi okumalar. :)

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Demir Ökçe - Jack London | Kitap Yorumu

jack london
Orijinal Adı: The Iron Heel
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 308
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 3.74  (4,271 Oy)

Arka Kapak Yazısı

"Sözlerimin hiçbirinin sizi etkileyeceğini sanmıyorum," dedi.
"Çünkü sizde etkilenecek ruh yok. Siz, omurgasız, solucan gibi birer yaratıksınız. Burnunuz havada, Demokratız, Cumhuriyetçiyiz, diyorsunuz…

Siz, tükürük yalayıcı asalak yaratıklarsınız. Plütokrasinin kuklalarısınız siz. Sırtınızda Demir Ökçe'nin kan kırmızı uşak üniformasıyla kalkmış özgürlük aşkı denen modası geçmiş sözler kullanıyorsunuz."

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Bir Jack London eseri daha bitirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum ve çok güzel hissediyorum. Martin Eden (yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.) adlı romanından sonra Jack London sevdiğim yazarlar arasında yer almış ve diğer kitaplarını da okumaya karar vermiştim. Demir Ökçe ise yazarın en merak ettiğim kitaplarından biriydi, hem yazarından hem de türünden dolayı. Geçenlerde kitabı almış ve çok geciktirmeden başlamıştım, bugünde kitabı bitirmiş bulunmaktayım.

  Kitabın konusu ve içeriği ile ilgili pek bilgim yoktu açıkçası ve bazı şeyler sürpriz niteliğinde oldu açıkçası. Kitaba ilk başladığımda Ernest Everhard'dan bahsediliş biçimi bende onun gerçek biri olduğu izlenimi uyandırınca bende araştırıp onun kurgu bir karakter olduğunu öğrendim. Burada şuna değinmeyi faydalı buluyorum, Demir Ökçe'nin Can Yayınları tarafından yayınlanan baskısında bulunan ve kitaptaki bazı noktalar için açıklama niteliği taşıyan önsöz ne yazık ki benim okuduğum, İthaki Yayınları tarafından yayınlanan baskıda yer almıyordu. Keşke yer alsaymış demeden edemedim ve neden olmadığını da anlamadım. Bu kusur dışında kitabın çevirisi ve baskısı güzeldi.

  Demir Ökçe, kapitalizmin toplum üzerindeki etkisini ve sosyalizmle olan savaşını Avis Everhard gözünden okuyuculara sunuyor. Yazarın gerçek dünyaya oldukça paralel olarak kurguladığı dünya işçi sınıfını, toplumun alt tabakasını ve alt ve üst tabaka arasındaki büyük uçurumu çok güzel gözler önüne seriyor. Kitaba ilk başladığınızda Ernest Everhard kitabın başkahramanı ve yaşanan olaylarda sarsılmaz yeri olan bir karakter gibi görünse de öyle değil aslında. Avis Everhard (anlatıcımız) toplumun üst tabakalarında yer alan ve Ernest ile tanışana kadar ustaca örtülen perdenin arkasındakileri görmeyen bir kız. Ernest ile tanıştıktan sonra toplumun alt sınıflarında yaşananlara tanık oluyor ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlıyor. Avis'in gerçekleri görmeye başlaması ile biz okurlar da bu gerçeklere tanık oluyor ve üst tabaka ile alt tabakanın sınıf mücadelesine dahil oluyoruz.

  Kitap bu toplum yapısı ve gerçekleri açısından oldukça ürpertici bir gerçekliğe sahip, daha önce düşünmemiş bile olsanız kitabı okurken yazanların çoğunun bugünde geçerli olduğunu, kapitalizmin yönettiği toplumda insan ayrımının nasıl yapıldığını, emeğin ne kadar kolay harcanabilir olduğunu ve değerinin asla karşılanmadığını çok iyi anlıyorsunuz. Kitabın bu kısımlarında daha önce bilmediğim şeyler anlatılmıyordu ancak bir kez daha okumak ve London'ın çarpıcı dilinden okumak beni bir kez daha çarptı.

  Kitapta Ernest Everhard oldukça abartılan bir karakterdi ve bundan çok hoşlanmadım, bu kitabın gerçekçiliğine gölge düşüren bir durumdu, sanki yazar tüm iyi ve güçlü karakteristik özellikleri Ernest'te toplamaya çalışmıştı ki bu derece mükemmeliyet gerçekçilikten ödün vermeye sebep oluyor. Bu abartı dışında kitaptaki karakterler ayrı ayrı oldukça ilgi çekiciydi, Ernest'in ilk başlar yaptığı uzun konuşmalara karşı inanların verdiği tepkiler zaman zaman gerçek dışı ve yazarın abartısı gibi gelse de bu konuşmaları okumak oldukça bilgilendiriciydi.

  Kitapta sayısı oldukça fazla olan dipnotları okumak bazen okuru sıkabilecek nitelikte olsa da ben beğendim bunları ve kitabın dünyası ile ilgili bilgilerin bir çoğunu buradan bulabiliyorduk. Kitap Avis Everhard'ın gözünden anlatıldığı için onun dışında kalan kısımlar hakkında bilgi edinmek içi tek kaynak bu dipnotlardı ve iyi ki varlardı diyorum ben. Kitabın belirsiz sonuna karşı bu dipnotların güzel bir yeri daha vardı, şunu da eklemek istiyorum ki kitabın sonunu çok beğenmedim ben, biraz daha açık olsaydı keşke ya da daha farklı.

  Demir Ökçe, kurgusuyla, karakteri ile ve anlatmak istedikleriyle oldukça güzel ve insanı doyuran bir kitaptı. Oku-geç roman olarak okursanız sevme ihtimalinizin oldukça düşük olduğunu düşünüyorum, yazarın anlatmak istediğine kulak vererek ve düşünerek okursanız hem seveceğiniz hem de size bir şeyler katabilecek nitelikte bir roman. Umarım okur ve seversiniz. Sevmeseniz bile size bir eyler düşündürebileceğine inanıyorum. Ben Demir Ökçe'yi sevdim, yazarın Martin Eden adlı kitabını daha çok seviyor olsam da Demir Ökçe'nin de yeri bende ayrı artık. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Hoşuma gittin," demişti. "Hoşuma giden bir şeye de doya doya bakmalıyım, değil mi?" 
Düşüncem, benim sarayımdır. 
İşçi sınıfıyla ortak hiçbir yanınız yok. Elleriniz pamuk gibi; çünkü ellerinizin yapacağı işi başka ellere yaptırıyorsunuz. Mide, göbek de yerinde. 
Yüreğim göz yaşlarıyla dolu olmasaydı, kahkahalarla gülebilirdim. 
Hayatımı yaşamaya değer kılan da bu merakım, öğrenme isteğimdir.

Puanım



21 Mayıs 2016 Cumartesi

Aşk-ı Mizaç - Enver D. Yılmaz & Özge Ünal | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Aşk-ı Mizaç
Alt Başlık: Dokuz Tip Mizaç Modeline Göre İlişkilerin Doğası
Seri: Yok
Yayınevi: Say Yayınları
Sayfa Sayısı: 654
Baskı Yılı: 2015

Arka Kapak Yazısı

"Evlenmek istiyorum, ancak nasıl biriyle mutlu olabilirim, gerçekten bilemiyorum..."
"Partnerimi iyi tanıyorum sanmıştım; ta ki evlenene kadar..."
"Eşimle birbirimizi çok seviyoruz, ancak bir türlü anlaşamıyoruz; ne birlikte olabiliyoruz, ne de ayrılabiliyoruz..."

Bireylerin kendilerinin ya da eşlerinin mizaç tiplerini bilmeleri, birbirlerinin ihtiyaçlarının farkına varmalarını mümkün kılabiliyor. Bu sayede eşler, aralarındaki mizaç farklılıklarının bir sorun haline gelmesini önleyerek mutluluğu yakalayabilir, birbirleriyle ilgili merak ettikleri, "Acaba niçin böyle davranıyor?", "Ne hissediyor?" gibi sorulara yanıt bulabilirler. Ayrıca mizaç tiplerinin bilinmesi çiftlere, mizaç tiplerinin uyumsuzluğundan kaynaklanabilecek olası sorunları öngörebilme, daha sorun oluşmadan önleyici bir yaklaşımla ilişkilerini anlaşmazlıklardan koruyabilme avantajı sunar. İlişkisinde mizaç tiplerinin uyuşmazlığından kaynaklanan sorunlar yaşayan çiftler ise, birbirlerinin ihtiyaç dilini, yani sorunların asıl kaynağını bilerek sorunlarını çözme adına en uygun hamleleri yapabilir, ilişkilerini onarma fırsatı bulabilirler.

Bilimselliği kanıtlanmış Dokuz Tip Mizaç Modeli'ne dayanarak hazırlanan Aşk-ı Mizaç, çiftlerin, ilişkilerinin her aşamasında yeni bir gözle tekrar okuyabilecekleri ya da bir sorun yaşadıklarında başvurabilecekleri temel bir kaynak.


Yorum

  Herkese Merhaba! :) Umarım hepiniz iyisinizdir, ben süperim. Çok sevdiğim bir kitabı nihayet bitirmiş bulunmaktayım, henüz bitirdim ve taze taze yazıyorum. İlk okuyuşum olmasına rağmen çok sevdiğim diyorum çünkü Enver Yılmaz'ın diğer kitabı Çocuklarda Dokuz Tip Mizaç Modeli'ni üç kere okumuş ve çok sevmiştim, Aşk-ı Mizaç da aynı temelle yazılmış, yetişkinlere uygun ve daha geniş anlatımlı hali olunca daha okumadan sevmiştim. 2015 kış aylarında çıkınca çok sevinmiş ve yazında da almıştım. Aslında alalı uzun zaman oluyor ve ben bu zaman kadar ara ara kitabı okuyup bir çok sayfasına göz gezdirdim ancak hiç baştan sona düzenli bir şekilde okumamıştım.

  Aşk-ı Mizaç dokuz tip mizaç modeline göre insanların mizaçtan kaynaklanan huylarını ve mizaçların birbiri ile uyumunu inceliyor. Kitap mizaç, ilişki, aşk gibi kavramları inceleyerek başlıyor, sonraki bölümde mizaç özelliklerini inceliyor ve en geniş bölümde ise mizaç uyumlarını inceliyor. Sistem gerçekten çok güzel ve gelişime açık, kitabı hazırlayanlar insanları katı kalıplara sokmuyor, daha esnek davranıyor ve uyum, farklılık noktalarını çok güzel bir şekilde işliyor.

  Ben kitabın mizaç özelliklerini anlatan bölümünü 4-5 kere okudum ve çok beğendim. Kitabı yavaşça ve anlayarak okumaya özen gösterdim ve acele etmedim. Dili ve hazırlanışı ile hem okuması hem anlaması kolay çok güzel bir kitap olmuş. Sözü fazla uzatmak istemiyorum aslında, herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. İlişki uyumları ilginizi çekmese bile insanın kendini tanıyabilmesi ve kendine karşı bir farkındalık kazanabilmesi açısından oldukça güzel bir kitap. Ben Aşk-ı Mizaç'ı çok sevdim, başucu kitabım oldu. Sıkılınca merak edince hemen sayfaları çeviriyorum ve oldukça seviyorum. Umarım sizde okur ve seversiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkürler, iyi okumalar. :)

Puanım



17 Mayıs 2016 Salı

Yıldız Tozu - Neil Gaiman | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Stardust
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 292
Baskı Yılı: 2007
Goodreads Puanı: 4.02  (232,504 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Neil Gaiman'dan büyüklere masallar
  Kraliçe Victoria devrinin şafağında, Perili Ülke ile kendisini ayıran taş duvardan adını alan Duvar Köyü'nde yaşam olanca sakinliğiyle akmaktadır...
Her dokuz yılda bir Perili Ülke'de bir panayır düzenlenir ve bu zamanın dışında duvardaki tek delikten geçmek kesinlikle yasaktır.
Duvar Köyü'ndeki genç Tristran Thorn, gerçek aşkı Victoria Forester'da bulduğuna kesinlikle emindir. Oysa Victoria ulaşılmaz biridir, bir ekim akşamı gökyüzünde kaydığını gördükleri yıldız kadar uzak...
  Victoria'nın kalbini kazanmak uğruna Tristran kaymış yıldızı bulacağına ve sevdiği kıza getireceğine yemin eder. Bu yemin Tristran'ı duvarın öte yanındaki Perili Ülke'ye, hayal bile edemeyeceği tuhaflıklar, en sinsi düşmanlar, yolu üzerinde beklenmedik dostlar ve umulmadık hazineler barındıran bir diyara yöneltecek. Oraya mum ışığında varmak, yolda Gönlünün Muradı'nı bulmak ve yüreğindeki gerçeği keşfetmek de Tristran'ın ödülü olacak...

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Neil Gaiman'dan beni çocukluk yıllarıma götüren bir kitap okudum ve karşınızdayım şimdi de. Başlarken kitap hakkımda hiçbir bilgim yoktu, farklı bir şeyler okumak istemiş ve Gaiman'ın bu kitabını seçmiştim, iyi ki de seçmişim.

  Yıldız Tozu, arka kapak yazısında da denildiği gibi tam "büyüklere masallar" tadında bir kitap. Okurken bol bol çocukluğuma gittim çünkü içinde masallardan bir çok öge barındırıyor ve eskiden okuduğum-dinlediğim masalları anımsatıyor. Hem Duvar Köyü'nün ötesindeki Perili Ülke'de dolaştım kitabı okurken hemde çocukluğumda.

  Kitap Tristran'ın sevdiği kızın isteği üzerine, isteğini gerçekleştirmek için çıktığı yolculuğu konu alıyor. Tristran aşkının imkansız isteği için -evet kızın isteği imkansızdı, kızlar işte masallarda bile aynılar- daha önce kimsenin geçmediği Perili Ülke'ye zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Kitabın hikaye tamamen masalsı ögelerden oluşuyor, imkansız bir istek üzerine yolculuğa çıkmış iyi kalpli kahramanımız, uzun bir yolculuk, yolculukta karşısına çıkan dostlar ve düşmanlar ve de kahramanın aldığı dersler... İçinde masallara ait her şeyden bir parça bulabileceğiniz bir kitap. Dili oldukça akıcı, içindeki bir çok şey size daha önceden bildiğiniz masallardan tanıdık gelecek ama dediğim gibi insanı çocukluğunda bir yolculuğa sürüklüyor bu tanıdık esintiler ve kitaba apayrı bir tat katıyor.

  Yıldız Tozu'nu okurken hiç sıkılmadım, basit ama güzel bir kitaptı. Oldukça da hızlı ilerliyor ancak şu sıra zaman ayıramadığım için ne yazık ki uzun bir sürede okudum. Basit ama masalsı güzel bir kitap olmuş, perili diyarlarda imkansızların gerçekleştiği bir dünyada aşkı için uzun bir yolculuğa çıkan genç bir oğlana eşlik etmek ve bir Gaiman romanı okumak isterseniz tam size göre bir kitap, hiç durmayın derim. İyi Okumalar :)

Puanım

  Puan konusunda kararsız kaldım, 3,5 - 4 arasında gidiyorum, inisiyatif kullanarak 4 de karar kıldım.:)

12 Mayıs 2016 Perşembe

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Brave New World
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 336
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 3.95  (930,142 oy)


Arka Kapak Yazısı
      "Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, özdeşlik, istikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."

       "Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macareasının' sağlam bir üslupla anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopya geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.


Yorum
       Eğer ütopik ve distopik eserlerden anlamayan, kitabın özüne inmesini bilmeyen ve sadece alacağım zevke bakarak okuyan tabiri caizse "kör" bir okur olsaydım sizlere bu kitabın "sıkıcı" olduğunu bile söyleyebilirdim. Ama neyseki o kadar sığ düşünmüyorum. Eser George Orwell'in "1984"ü, Thomas More'un "Ütopya"sı gibi bir ütopyayı konu alıyor. Eserin içeriğine girmeden onu yorumlamam mümkün değil bu yüzden de sizlerinde spoiler saymayacağı bilgiler ile birtakım izlenimlerimi aktaracağım. Eserde dünyamızın şuandakinde çok farklı bir şekilde (aslında bazı yönlerden o kadar da farklı olduğu söylenemese de) tasarlandığı ark kapak yazısından da anlaşılmaktadır. Eserde insanlar adeta bir tavukmuşcasına kitabında tabiriyle "kuluçka" denen yerlerden tasarlanmış ve şartlandırılmış olarak çıkarılarak günümüzde "insan" veya "birey" dediğimiz kimliklere bürünerek hayatlarını bu şartlandırılış ve istikrar içinde yaşayıp gidiyorlar. Bu insanlar öyle bir yaşayış içerisindeki adeta duyumsama, hissetme, kendi özgür kararlarını verme yetisine sahip olma, kendini geliştirme gibi birçok özellikten soyutlanmış, günümüzün "robot" dediğimiz soğuk demir parçalarını andıran ruhsuz kimliklere bürünmüşler. Toplumda herkesin kendi işini hiç sorgulamadan hatta zevkle yapacağı bir hiyerarşik sınıf oluşmuş ve çöpçüler neden çöpçülük yaptığını sorgulamadan, en kötü görevleri yapanlar bunun en doğal şey olduğunu farzederek hayatlarını kendilerine daha doğdukları anda verilen "yazgının"emirleri altında, bunları hiç sorgulamadan sürdürüp gidiyorlar. 

      Aralarında yaptıkları birçok şey, "Herkes herkes içindir" anlayışı hiç absürt karşılanmazken; anne-baba kavramları, doğurmak eylemi, Tanrısal şeyler bir o kadar absürt ve "müstehcen" karşılanarak topluma yasaklanmış halde. Toplumda herhangi birisi bir duygudan, yalnız kalmaktan, mutsuzluktan, birine ya da birşeye aidiyet ve bağlılık duygusundan bahsettiği takdirde veyahut toplumun tamamının severek yaptığı, ilgilendiği şeylere, oyunlara, içeceklere, yiyeceklere, hobilere ilgisiz kalanların çok tuhaf bulunarak dışlandığı bir toplumdan bahsediyoruz. Kitapta da bu dışlanışlardan nasibini almış karakterlerin düşünceleri ve mücadeleleri konu edinilmiş. Zaten toplumda bir bireyin yalnız kalması demek kendi varoluşunu ve tanrısal şeyleri sorgulaması, ilkel düşüncelere dönülmesi, toplumda istikrarı ve düzeni bozacak bir direnişin başlangıcı olabilir. Bu nedenle yalnızlığın berbat olduğuna şartlandırılan bu insanlar için yalnız kalmak bir felaket. İşte böyle bir toplumda daha bebekken "hipnopedya" diye isimlendirilen, kişinin bilinciyle en başbaşa kaldığı uyku evresindeki şartlandırma sayesinde kime neyi sevip neyi benimseyeceği, nelerden nefret edip kaçacağı, hangi fikirlerle modernleşeceği beynine empoze edilerek "özdeş" , "fabrikadan çıkma", "birbirinin kopyası" bireyler yetişiyor ve onların toplumdaki tek görevi henüz bir embriyo iken kendilerine biçilen rolleri oynayıp kendilerine uykularında fısıldanan şeyleri yerine getirmek. Tıpkı çocukken kurduğumuz ve bıraktığımızda hareket eden kurma bebekler gibi. Burada öyle bir toplumdan bahsedilmiş ki birey düşünmeye başlarsa, birşeyden rahatsızlık duyarsa, kavga ve kaos ortamı oluşursa hepsinden kaçıp kurtulmaya, mücadele etmek yerine her zaman en kolayı olan kökten çözümlere başvuruluyor ve tabiki de bu bahsedilen şey insanı rahatlatan, kafasının içinde adeta mutluluk hormonları dans ettiren günümüzün "uyuşturucu" diye tabir edilen ilaçlarından çok daha keskin bir çare var; soma. Bunun sayesinde insanlar yanlarından kopup gidenleri ve ölümü ve hastalıkları bile yeterince ciddiye almayacak kadar rahatlamış ve arınmış olarak kendi "mutluluk" şatolarında sevinçten uçuyorlar. Tabi o toplumda yaşlılık ve hastalıktan söz edilebilirse...

       Kitapta adeta küçük çocuklar gibi davranmaya şartlanan, onlar gibi hiçbirşeyi yeterince ciddiye almaksızın dünyanın tüm kötü yönlerini ve derin düşünceleri boşvermiş, herşeyi oyun gibi birarada  ve mutlu olmakta gören çocuk beyinli yetişkinler oluşturan bir düzen ve istikrar ve bunu temin etmek için hazır bulunan liderler mevcut. Yazar bir yandan böylesine yaratıcı bir "modern" dünya kurarken öte yandan da eski dönemlerden kalma "ilkel" yaşamı ve öğretileri de gözardı etmemiş bu dünyaya taban tabana zıt bambaşka bir dünyada eski düzenlerini sürdüren; korkuları, özlemleri, bağlılıkları, aidiyetleri ve en önemlisi özgürlükleri olan bir toplumdan da karakterler ve örnekler görülmekte. Kitabın ana karakterlerinden olan ve "Vahşi" diye tabir edilen John ise bu kesimi temsil eden, bu yeni dünya ve bu dünyanın cesur, korkusuz, duygusuz insanlarının yaşadıklarını tüm açık seçikliğiyle gördükten sonra kendi sefil ve ilkel yaşantısını ve Tanrısını sahiplenen ve robotlaştırılmamak için mücadele veren bir nevi "uyumsuz". Onlar gibi hiçbirşey hissetmemektense en derin acıları duyma özgürlüğünü delicesine sahiplenen bu karakterin yaşadıkları ve düşünceleri ileriki sayfalarda gözlerinizi yaşartacak raddelere gelebilir. 

      
     Kitabın dili gayet açık ve anlaşılırdı. Kitapta bazı bilimsel terimler, karmaşık diyaloglar ve anlaşılmaz birtakım noktalar olmadığını söyleyemem ama yinede bu kitabın kurgusal harikalığına gölge düşüremezdi. Kitapta aksiyon, gizem, macera gibi unsurlar var diyemem zaten ütopik bir eserden böyle şeyler beklemek de pek doğru olmazdı zaten. Bu tür eserlerin amacı yakın gelecekte olması muhtemel gerçekleri kurgusal dünya ve yaratıcılıkla harmanlayıp bir romandan çok bir kehanet gibi insanlara aktarmaktı bu nedenle gizem, macera, romantizm unsurlarına rastlamamak eserin niteliği de göz önüne alındığında o kadarda aykırı birşey değil. Ama kitapta yoğun olarak bir duygu hakimdi. En azından bende. O duyguda korkuydu. Kitabı okurken kendimi verdiğimde ve gerçekten böyle bir dünyada yaşasaydık ben ne yapardım dediğimde tek hissettiğim korku ve tiksinmişlik oldu. Yazarın yarattığı bu dünya tamamiyle robotlaşmış ruhsuz bireylerden oluşan,  kaderlerininde Ford denilen tanrısallaştırdıkları varlıklar tarafından belirlendiği, özgürlükleri olmayan bireyler düşüncesi beni derinden etkileyen ve hayalini bile kurmaktan çekindiğim bir gelecek oldu gerçekten. Her ütopyanın mutlu bir geleceği müjdelemesi gerekmez zaten asıl ütopyalar gerçeklik ile içiçe ve  olma ihtimali imkansız olmayan bir geleceği birazda insanları uyarırcasına abartı ve korku ögeleriyle bezeyerek anlatan eserler değil midir zaten? Kitap elinden düşürmeyecek kadar akıcı ilerleyemese de yazıldığı dönemin şartları ve bu eserdeki birtakım şeylerin öngörülebilirliğini de düşünürsek yazara hayran kalıp böyle zekice bir kurguyla zekice birtakım ayrıntılarında mevcut olduğu bu eseri distopya severler için okunması gereken ilk 5 eserden biri olarak gördüğümü söylemem gerek. Üstelik bunu yazarken yazar sadece kendi hayalgücüne başvurmamış, kitabın önsözünde ve kitaba dair sonsözde de açıkladığı gibi gezdiği gördüğü Avrupa ülkeleri ve başta da Amerika'daki birtakım durumları değerlendirdiğinde yaşadıklarının ve gördüklerinin bu eserine ilham kaynağı olduğunu, insanların aslında kitapta tasvir edilen robotlara dönüşmeye nasıl da eğilimli olduğunu, tasvir ettiği bu dünyanın bir ütopya olarak kalmayıp bugünün kehaneti olan bu şeyin yarının gerçeği olmasına dünyamızın nasıl da müsait olduğunu tüm gerçekliğiyle de gözler önüne sermiş. Eseri gayet beğendim ve başarılı buldum. Mümkün olduğunca en kısa zamanda ikinci bir kez daha okuyarak yazarın tam olarak neleri kastettiğini, satıralarını iyice dikkatle anlamaya gayret edeceğim. Bir kitabı ikinci okuduğumuzda ilkindeki tadı almayız çünkü sonunda bizi nelerin beklediğini biliriz ama bir kitabı ikinci kez okumak ilkinde fark edemediğimiz bambaşka bir kapı açabilir ve olaya hiç bakmadığımız bir yerden bakmamızı sağlayabilir. Bu nedenle bir kez daha okumayı düşündüğüm bu kitabı size okumayın diyecek değilim. Mutlaka okumalısınız. Bol kitaplı günler :)


Alıntılar
Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir. 
Fiziksel bir eksiklik, zihinsel bir aşırılık yaratabilirdi. Sanki süreç, tersine de işleyebiliyordu. Zihinsel aşırılık, kendi amaçları doğrultusunda, kasti bir yalnızlığın gönüllü körlük ve sağırlığını, yapay bir zevklerden el çekme iktidarsızlığını doğurabiliyordu.
Mutluluk ve erdemin sırrıdır yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek.
İnsanlar senden şüphelenince sende onlardan şüphe duymaya başlıyorsun.
Bugün alabileceğin keyfi asla yarına erteleme.
Sinekler...
Konabilir sevgili Juliet'in mucizevi beyaz eline
Ölümsüz saadeti çalabilirler dudaklarından,
O dudaklar ki saf ve bakir iffetlerinde bile
Kızarırlar hâlâ, kendi öpüşlerini günah sayar gibi
Izdırap karşılığı kazanılan şeylerle kıyaslandığında şu andaki mutluluk çok sefil kalır. Ve tabiki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. Mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelelerin hiçbiri yoktur. Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. Mutluluğun yüce bir yanı yoktur.
Sahip olduğumuz şeyler bize ne kadar aitse, bizde o kadar kendimize aitizdir.

Puanım
 



11 Mayıs 2016 Çarşamba

Bir Artı Bir - Jojo Moyes | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The One Plus One
Seri: Yok
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 464
Goodreads Puanı: 3.93  (78,115 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Sen ve beni toplasak sonuç ne olur?

Tatlı bela bir kadın…
İki çocuğuna bakmak için deliler gibi çalışan ve baharın gelmesini dört gözle bekleyen Jess Thomas bugüne kadar hayatındaki tüm zorlukların üstesinden tek başına gelmiş. Ama artık birinin ona yardım istemenin kötü bir şey olmadığını anlatması gerekiyor…

Ve hayatı alt üst olmuş bir yabancı…
Yıllar boyunca çalışıp kazandığı her şeyi kaybetmesine neden olabilecek inanılmaz bir hata yapan Ed Nicholls bir uçurumun eşiğinde. Hatasını telafi edebilmesi için tek bir kurtuluş yolu var ve o yol da büyük bir maceranın içinden geçiyor…

Sonuç…
Jess birine borçlu kalmak istemeyecek kadar gururlu, Ed ise kendi sorunlarından başka hiçbir şeyi görmüyor… Peki, apayrı dünyalara ait bir kadın ve bir adam yan yana geldiğinde beklenmedik bir sürpriz gerçekleşebilir mi?

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Uzun zaman sonra ilk kez bu türde bir kitap okudum, aşk-aile ilişkilerini konu alan romantik bir kitap Bir Artı Bir. Aslında aşk okumayı sevdiğim türlerden değil, çok hoşlanmıyorum, arada bu türden kitaplar okusam da bir türlü çok sevemedim. Bir Artı Bir'e zaten öneri ile başladım.

  Jojo Moyes bir çok kişi gibi benimde Senden Önce Ben ile tanıdığım bir yazardı, Senden Önce Ben'i okumuş ve fena bulmamıştım, aslında benim hoşuma giden kısmı sonuydu. İkinci kitabı çıkınca ben durum saçma bulmuş okumamıştım. Girişi çok uzattım :D Demek istediğim yazarın tarzı ve kitapları beni çekmiyordu, öneri olunca bende okumaya karar verip başladım Bir Artı Bir'e.

  Kitap birbirinden çok farklı dünyaları olan iki kişiyi anlatıyor, bir tarafta 2 çocuk sahibi ve hayatın tüm zorluklarına tek başına göğüs geren bir anne, diğer tarafta başarılı bir kariyeri olan ancak yaptığı hata ile tüm hayatı dağılmış bir adam. Jess ve Ed'in yolları tesadüfen birleşiyor ve birbirlerinin hayatına daha yakından bakma imkanı buluyorlar, böylece olaylar gelişiyor.

  Öncelikle kitabın dili çok akıcıydı, sanırım yazarın dili öyle çünkü Senden Önce Ben'in de dili çok akıcıydı. Kitabı 2-3 günde bitirdim ve okurken pek sıkılmadım. Her ne kadar kitabın dili akıcı ve güzel olsa da konusu oldukça sıradandı, yalnız iki insan, hayatları zor ve karşılaşmaları birbirlerine çok şey katıyor falan filan. Hikayenin iskeleti oldukça bilindikti, yazar karakterleri farklılaştırarak ve bir kaç olay daha ekleyerek ayrı bir biçime büründürmeye çalışmışsa da olmamış bence. Kitaptaki olaylar, karşılaşmalar ve tesadüfleri oldukça basit buldum, 460 sayfa okuyorsunuz ama cidden o kadarlık olay yok içinde. Dili akıcı olmasaydı sıkılarak yavaş yavaş okurdum sanırım, zaten dili akıcı olunca bir an önce kitap bitsin diye buna ağırlık verip başka kitap okumadım.

  Hepsinin dışında kitapta Jess'in yaşadıkları çok gerçekçi ve hayattandı, çocukları için göstediği çaba, çektiği sıkıntılar, maddi problemleri ve bu problemlerle başa çıkma tarzı.. oldukça gerçekçi ve güzel işlenmişti. Kitapta beni en rahatsız eden şey köpek oldu, kokusu ve salyalarıyla ilgili kısımları okudukça rahatsız oldum, aynı şeyi Hiç Kimse Sıradan Değildir adlı kitaptaki köpekte de hissetmiştim. :D

  Kitabı biraz sert eleştirmiş gibi hissettim, ancak düşüncelerim bunlardı. Muhtemelen türü sevmediğim için Bir Artı Bir'i de çok sevemedim, kötü değildi ama unutup gideceğim kitaplardan biri oldu. Türü seven okurların bu kitabı sevebileceğini düşünüyorum. Okurken sıkılmadım ve okuduğuma pişman olmadım, çok sevmesem de güzel bir kitaptı. Türü ve ya yazarı sevenler için uygun bir kitap olabilir. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Okulu seviyorum," dedi. "Biliyorum... arkadaşlarımın çoğu sıkıcı olduğunu düşünüyor. Ama ben okulu eve tercih ederim." 
Mutlu bir hayatın anahtarı, geçmişi çabuk unutmaktır. 
Bazen kafandakileri çözmek için biraz uzaklaşmak gerekir. O zaman her şey daha da netleşir. 
Çünkü bütün dünya karşında dursa bile eğer annen arkandaysa sana bir şey olmazdı. 
... bariz bir şekilde doğru olanı yapıyor olmasına rağmen neden bu kadar kötü hissettiğini düşündü. 
Nicky'nin pek konuşmadığı doğruydu. Söyleyecek bir şeyi olmadığından değildi. Sadece bunları gerçekten söylemek istediği kimse yoktu. 
Seni istemeyen birine tutunmaya çalışmanın anlamı yoktu. 
Eğer başka seçeneğin yoksa aslında her şey basittir.

Puanım


8 Mayıs 2016 Pazar

Şeytanın Müridi - Glenn Meade | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Devil's Disciple
Seri: Yok
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 520
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 3.93  (246 oy)


Arka Kapak Yazısı
Kate Moran...bir FBI ajanı...
Ve Constantine Gamal...bir seri katil...Şeytanın Müridi
Ritüeller...Kara Büyü...
Her seferinde işlenen çifte cinayetler...
Bir kedi fare oyunu...
Gamal yakalanıp idam edildikten sonra da bu cinayetlerin arkası kesilmiyor...
Ritüeller sonrası çifte cinayetler sürüyor...
Gamal'ı taklit eden biri veya birileri mi var?
Yoksa...Yoksa Gamal hâlâ yaşıyor mu?


Yorum
        Polisiye-gerilim tarzı kitap okumamın üzerinden uzun zaman geçmişti ve artık zamanının geldiğini düşünerek ve klasik polisiye yazarları dışında başka bir yazar keşfetmek amacıyla bu kitaba başladım. Kitap birçok yönden klasik polisiye kitapların karakteristik özelliklerini gösteriyor diyebilirim. FBI'ı, ajanları, kasaplık ve kesip doğrama işlerini, satır/bıçak takımlarını sevenlerin seveceğini düşündüğüm bir psikopatı ve onu yakalamayı ve infaz etmeyi takıntı haline getirmiş genç ve güzel başarılı bir bayan FBI ajanını anlatan bir kitapla karşı karşıyayız. Arka kapak yazısından da okuduğunuz ve önceki okuduğunuz birçok polisiye kitabından tahmin edebileceğiniz kadarıyla spoiler niteliği taşımayan kitabın içeriği ile ilgili birtakım bilgiler vermek istiyorum. Öncelikle başröldeki iyi taraf az öncede belirttiğim gibi bir FBI ajanı Kate Moran. Kendi kişisel hayatında yaşadığı sıkıntıları bir kenara bırakırsak yakalamayı takıntı haline getirdiği, gece gündüz kafayı buna yormaktan uyku uyuyamadığı, herkesi dehşete düşüren, genç yaşlı demeksizin masum çocukları bile acımaksızın doğrayan, soğukkanlı bir seri katil ise madalyonun öbür yüzünde. Ve tüm bu cinayetleri dini bir buyruğu yerine getirdiğine bir ritüel gerçekleştirdiğine inanarak işliyor. Ve tabi kendini her cinayetten sonra daha bir Tanrılaşmış hissediyor, her cinayette ilk cinayette duyduğu o muhteşem hazzı duymak için en uygun kurbanı seçmeye çalışıyor. Kurbanlarıyla bir av gibi oynamak, onları kurtulacağına inandırıp umutlarını boşa çıkarmak, yüzlerindeki korku ve ölüm ifadesi ona dehşet verici bir haz sunuyor. Tıpkı gerçek hayattaki seri katillerin çoğunun iç dünyasında görebileceğimiz  , gerçekliklerle uyum içerisindeki bir durum. Bu kadar derinlemesine anlatmam belki de seri katillerin beynini anlamayı ve onları araştırmayı tüm yaz boyunca takıntı haline getirmemden kaynaklanıyor. Bu nedenle bu kitaba başlarken azgın bir seri katili okuyacağım için kitaba önyargısız ve iyi hislerle başladım. İşte başröldeki Kate Moran onu yakalamak ve infaz etmek için elinden geleni yapıyor. Ve amacına da ulaşıyor haliyle. Ama oda ne? İnfazdan kısa bir süre sonra aynı ritüellerle oluşan ve infaz edilen seri katilin tarzında, onun imzasını taşıyan cinayetler hızla deva ediyor. Hemde bu sefer tüm olup bitenler tamamiyle esas kızımız Kate'in etrafında gerçekleşiyor. Bir Gamal hayranı kopyacı katil mi Kate'i hedef seçti yoksa hayaleti intikam almaya mı geldi? Yoksa öldüğü zannedilen Gamal ölmedi mi? Kitabı okurken bu soruları sürekli sorarken buluyorsunuz kendinizi.
        Kitapta sıradan gerilim kitapları ile birçok yönden benzerlik olsa bile birtakım farklılıklar elbette ki var. Özellikle temel polisiyelerde olan bir cinayet olur ama kimin işlediği belli olmaz herkesten şüphelenilir durumu bu kitapta tam olarak öyle değil. Kimin cinayetleri işlediği en başından beri belli. Ama bunun kitabın gizemine ve merak unsuruna gölge düşürdüğünü söylemek doğru olmaz çünkü kitapta bu yönden açığa çıkan gizem çok farklı yollardan kendini hissetiriyor. Zaten kitabın en sonunda da kendinizi kandırılmış gibi hissediyorsunuz ve beklediğinize değdiğini, gerçekten şaşırtıcı ayrıntıların olduğunu gördüğünüzde aslında hiçbirşeyin sandığınız kadar basit olmadığını da anlamış oluyorsunuz. Kitap genel olarak diğer karakterlere pek fazla ağırlık verilmeden esas karakterin etrafında ve iç dünyasında olup bittiği için yine ondan devam etmek istiyorum. Karakterin mücadeleleri ve bu sırada hissettiği korkular ve gitgeller kitabı gerçekçi kılsa da bazı noktalarda çok fazla tesadüfler zinciri ve mucize kurtuluşlar olması birçok kitapta rastlasamda hala alışamadığım bir eksiklik ne yazık ki. Ama yinede yazar burada yaşattığı hayalkırıklığını, kitabın ileri sayfalarında okuyucuyu diken üstünde oturtacak kadar aksiyon ve macera noktalarıyla  yakalıyor ve bu tür pürüzleri okuyucuya unutturuyor. Gerçekten heyecanı ve aksiyonu had safhada tutan bir kitap olmuş ve böyle bir yazardan da gerilim-polisiye alanında bir eser denediğim için pişman değilim. Ama içimden bir ses bu yazarın en seveceğim eseri bu olmayacak diyor. Çünkü bu eserinden her ne kadar etkilenmiş ve beğenmiş olsam da yinede okuduğum en güzel polisiyeler dalına girecek kadar kuvvetli ve zekice yazılmış bir kurgu göremedim ve bazı noktaları çok basit bulduğum için kaliteli eser olarak nitelendirmem daha severek ve hayretler ederek okuduğum diğer polisiye romanlarına ve yazarlarına da haksızlık olacaktır.
       Kitabın dili hafif, güzel ve akıcıydı. Olayların baş karakterin ağzından anlatılması olayları daha derinden ve birinci elden hissetmemizi sağlıyordu. Karakterin iç dünyasını da daha iyi anlayabilmemize olanak tanıdı. Kitap normal boyuttan biraz büyük, küçük yazılı ve kalın olsa da göz korkutmayacak kadar hızlı ilerleyen akıcı bir kitap olduğundan şüpheniz olmasın. Kitabın sevdiğim bir yanı da Türkiye ile olan bağlantısı ve bazı olayların Türkiye'de geçmesi ve bu arada Türkiye'nin güzelliklerine de kısada olsa değinilmesiydi. Kitabın ilk sayfalarında özellikle ilk 50 sayfasında bana çok basit gelmişti. Kitabın bir Stephen King, Grange ya da Tess Gerittsen romanı veya Sherlock Holmes ve Gurney serisi gibi kitaplardaki çok zekice kurguların yerine basit bir kurgu görmek beni hayalkırıklığına uğrattı. Katilin katil olmasının altında yatan neden, herşeyin çok basit şekilde halloluşu kitaba bakış açımı ilk başta olumsuz etkikedi. Ama belli bir noktadan sonra kitabın anlamadığım bir şekilde beni sardığını farkettim. Kitabın başındaki bazı eksiklikler sağlam zeminlere oturtularak aklımdaki birtakım olumsuzlukları giderdi. Kitabı ilk başlarda sevmemiş olsam bile her kitaba sonuna kadar bir şans verilmesini savunanlardanım. Çünkü bir kitap bir günde yazılmadığı için, yazarın birgün çok durgun olan hayalgücü başka bir gün kurguyu ilerletirken daha aktif olabilir ve ilham perileri uyanıp senaryoyu çok daha farklı yerlere sürükleyebilirler ve bu yüzden son 10 sayfası bile kalmış olsa yinede o kitap için hala bir umut var demektir. Yazar sürpriz bir son hazırlayarak biz okurları son sayfada bile dumura uğratabilir. Unutmamalıyız ki her kitap dünyadır ve her dünyada bambaşka mucizeler gizlidir :)


Kitap Alıntıları
"Hani çocukken gördüğün korku filmlerindeki gibi tıpkı"
"Ne varmış o filmlerde?"
"Korku; o filmlerin toplamından daha fazla korku duyacağız."
"Sende bir kızı neşelendirmeyi çok iyi biliyorsun."
Umutlar ve düşler bizleri hayatta tutan şeylerdir.
Şeytanın ölümsüzlüğü ile karşılaştırıldığında ölüm küçücük ve acı dolu bir şey değil midir?
Bana göre bu dünyada herkes eninde sonunda mutsuzluğu tadacak ve bundan kaçınamayacaktır. Bazılarımız ya kötü bir çocukluk geçiririz ya berbat bir gençlik ya da acılarla dolu yetişkinlik...Yani bir şekilde bu dünyada herkes mutsuzluk denilen şeyden payını alır.
Delisin sen, daha bir günü bile yaşamayı bilmeden kendine koca bir ömür sözü veriyorsun.
Şeytana uzun uzun bakarsan bir süre sonra o da sana bakar.
Bir soruna uzun uzun bakarsanız yanıt da kendiliğinden gelir.
Bu küçük adam doğmadan evvel millet bir çocuğa hayat vermelisin derdi yani bir çocuk dünyaya getirmem gerektiğini söylerdi herkes. Ama olayın aslında tam tersi olduğu hiç aklıma gelmezdi. Çünkü esas onlar sana hayat veriyorlar.
Aşk olması gerekenin dışında birşeydir; yani sevinç, karşılıklı destek, arkadaşlık gibi, sonsuz bir affediştir. Her güne yepyeni bir hayata başlar gibi her türlü acıdan, kavgadan uzakta başlamak demektir. 

Puanım 

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Kafes - Josh Malerman | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Bird Box
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 336
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.96  (23,998 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Dışarıda bir şey var…

  Görülmemesi gereken korkunç bir şey… Ona atılan bir bakış kişiyi ölümcül bir deliliğe sürüklüyor. Ne olduğunu ve nereden geldiğini ise kimse bilmiyor.

  Malorie ve iki çocuğu, olayların başlangıcından beş yıl sonra hayatta kalmayı beceren bir avuç insan arasındaydı. Nehrin kenarındaki terk edilmiş bir evde çocuklarıyla yaşayan Malorie, ailesinin güvende olabileceği bir yere gitmenin hayalini kuruyordu. Fakat onları bekleyen yolculuk tehlikelerle doluydu. Tek bir yanlış hamle ölümlerine yol açabilirdi. Ve onları takip eden bir şey vardı.

  Bu bilinmeyene doğru gözbağının karanlığında yaptığı yolculukta Malorie sık sık geçmişi hatırlıyordu. Bilinmez tehlikenin karşısında bir araya gelerek hayatta kalmaya çalışan, kendisini de aralarına kabul ederek onu da kurtaran ev arkadaşları teker teker aklına geliyordu: Bir zamanlar yabancı olan bir grup insanın birer birer kapısını çaldığı evde kurdukları ortak hayat... Ancak sağ kalan ve kapılarını çalan insanlar arttıkça ortaya yüzleşmeleri gereken bir soru çıkmıştı: Herkesin aniden delirdiği bir dünyada kime güvenilebilirdi?


Yorum

  İlk çıktığında adını çok duyduğum ama pek merak etmediğim bir kitaptı Kafes. Daha doğrusu popüler kitaplara karşı bir önyargım var, genelde fazla abartılıyorlar ve abartıldıklarının yarısı kadar iyi kitaplar olmuyorlar. Kafes'te öyle olur mu diye düşünüyordum ancak okumak da istiyordum. Beklentim olmadan kitaba başladım ve arka kapak yazısını dahi okumadım, daha önce okuduysam da hatırlamıyordum. 

  Dünya sebebi bilinmeyen bir şey yüzünden karışmış durumda ve insanlar evlerinden çıkamıyorlar. Kitap Malorie ve ev arkadaşlarının bu karmaşık zamanda ne yaşadıklarını konu alıyor. Aslında kitapta hep bir belirsizlik hakim, öncelikle dışarıda bir tehlike var ve bunun ne olduğunu kimse bilmiyor, insanlar korkudan dışarı çıkamıyor ve gözlerini açmaktan korkuyorlar, olabilecekler çok korkunç çünkü.

  Kafes gerçekten çok ürperticiydi, hatta okuduğum en ürpertici romanlardan biriydi, okuduğum bir çok yerde ürperdim ciddi ciddi. Yazar o konuda dozu çok iyi ayarlamıştı, ürpertici ayrıntılar veriyor ancak aşırıya kaçmıyor ve bir çok şeyi sizin hayal gücünüze bırakıyor ki bu işi daha beter hale getiriyor bence. Ve kurguyla birleşince bunlar gerilim daha da artıyordu, yazar kurguyu gerçekten iyi yapmıştı, belki de kitabı çekici kılan yönlerden en etkilisi buydu.

  Aslında Kafes'te her şey ortalama seviyedeydi, karakterler, olaylar, hikaye, kurgu hepsi iyiydi ama hiçbiri çok iyi ya da çok farklı değildi, kitabın en beğendiğim kısmı yazarın gerilimi kurgu ile harmanlayıp okura güzel bir şey sunabilmesiydi. Kitap çok hızlı okunuyor ve sizi sıkmıyor hep bir bilinmeyen var ve bazı boşluklar doldurulması için tamamen size bırakılmış. Bu durum genel olarak iyi olsa da kitabın sonunu çok sevemedim, beni tatmin etmedi, sanki yarıda kaldı. Kitabın tek kitap olduğunu bilmesem serinin ikinci kitabını beklemeye çalışırdım. Aslında yazar seri yapsa kitap daha hoş olabilirdi, en azından sonunu böyle bitirmeseydi.

  Kafes, bir ok açıdan ortalama bir kitap. İyi zaman geçirmek ve güzel bir gerilim okumak istiyorsanız tam size göre ancak beklentileriniz olmasın. Sizi çok etkileyen kitaplar arasına girmese de okurken zevk aldığınız kitaplar arasına girecektir. Herkese İyi Okumalar. :)

Alıntılar

"Görmekten korktuğun şey ne?" diye sordu.
"Henüz kimse o sorunun yanıtını bilmiyor." 
İnsanoğlu aslında korktuğu yaratığın ta kendisidir.

Puanım


4 Mayıs 2016 Çarşamba

İhanet Noktası - Dan Brown | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Deception Point
Seri: Yok
Yayınevi: Altın Kitaplar
Sayfa Sayısı: 511
Baskı Yılı: 2005
Goodreads Puanı: 3.63  (410,370 oy)

Arka Kapak Yazısı
         NASA'ya bağlı bir uydu Kuzey Kutbunun derinliklerine gömülü nadir bulunan bir nesnenin varlığını belirler. Bir süredir bocalamakta olan NASA bunu bir zafer olarak niteler. Amerikan uzay politikasını ve yaklaşmakta olan başkanlık seçimini derinden etkileyecek bir zaferdir bu...
       Başkan, Beyaz Saray Gizli Haber Alma Analisti Rachel Sexton'ı Milne Buzul Katmanı'na gönderir. Karizmatik bilim adamı Michael Tolland başkanlığında uzmanlardan oluşan bir ekiple Kuzey Kutbuna giden Rachel, bir süre sonra akla gelmedik bir oyunu ortaya çıkarır. Tüm dünyayı amansız bir düşmanlığa sürükleyecek bir bilim sahtekarlığı söz konusudur.
       Rachel, Başkan'la bağlantı kuramadan Michael ölümcül bir saldırıya uğrar. Gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen esrarengiz biri, katillerden oluşan bir ekiple herkesi ortadan kaldırmaktadır. 
       Issız ve ölümcül bir çevrede bir avuç insanın tüm umudu bu korkunç sahtekarlığın arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılmasıdır. Öğrenecekleri gerçek ihanetin doruk noktasıdır. 


Yorum
      "Dan Brown'ın hangi kitabı okunur da sevilmez ki? " diyenlere kesinlikle katılıyorum. Her kitabını okumuş olduğum Dan Brown'ın son kalan okumadığım kitabını da okumuş olma mutluluğu içerisinde bu yorumu yazıyorum. Kitap tek kelimeyle "muazzam"dı ve ben bu kelimeyi çok az şey için kullanırım. Dan Brown'ın diğer kitaplarını okumuş olanların da az çok tahmin edebileceği gibi yine mükemmel bir üslup ve akıcıklıkla ve heyecan verecek şekilde tasarlanmış çok güzel bir eserdi. 
       Kitap birçok noktada bilimle alakalı olmakla birlikte kitapta siyasi konulara ve günlük yaşama da değiniliyordu. Kitap çok zekice kurulmuş entrikaları, ihanetleri, aldatmacaları, komploları öylesine güzel anlatmış ki tam da ismine yani "İhanet Noktası"na yaraşır bir kitap olmuş. Kitapta içinize işlediğini gözden kaçırmayacağınız kadar akıllı, sempatik, etkileyici karakterlere ve özgün bir hayalgücüne yer verilmişti. Kitabı okurken adeta bir aksiyon filmi izliyormuşcasına sürekli tetikte ve gerilmekten tırnaklarınızı kemirecek kadar da meraklanmış halde kitabı okuyorsunuz. Ben buna "okumak" demezdim kitabı birçok noktada "yaşıyorsunuz" resmen. Eğer film sektöründe çalışanlar özgün ve hoş bir aksiyon/gerilim senaryosu bulmak ve film çekmek istiyorlarsa kesinlikle bu kitabı uyarlamalarını tavsiye ederim. Okuyucuyu hiç sıkacağını düşünmediğim aksine elinden bırakamayacak kadar bağımlısı olacağı ve bir solukta bitireceği cinsten bir kitaptı.
      Kitabın bazı noktalarda aşırı bilimsel ve karmaşık teoriler ve bilgiler içermesi okuyucuyu biraz bunaltsa da insanın ufkunu açıp kültürünü geliştirecek birtakım bilimsel bilgiler edinmesine de imkan sağlıyordu. Örneğin; Kutup Ayılarının Kuzey Kutbu'nda, penguenlerinse Güney Kutbu'nda bulunduğunu ve buzul suları altındaki dere yataklarının daima tatlı sularının olduğu gibi bilgiler öğrendim mesela. Kitap diğer bazı Dan Brown kitaplarında da rastlamış olduğunuz gibi biraz karmaşık gelebiliyor. Okuyucunun zekasını zorluyor ve onu düşünmeye sevkediyor. Bazen bazı yerleri anlamadığınızı düşünseniz bile Dan Brown'ın tüm herşeyi okuyucuya hazır olarak vermeyip de sorumululuğun bir kısmını okuyucunun üstlenip, düğümleri onların çözmesini sağlaması eleştirilecek bir nokta gibi görünse de aslında takdire değer bir hareket olarak düşünülmeli kanaatimce. Ama diğer Dan Brown kitaplarının, Langdon serisinin dini ve felsefik ögeleri, Mason Loncaları gibi şeyler yerine biraz daha bilimsel ögelere yer vermesi, kitapta diğer kitaplarına kıyasla gizem var olmakla beraber daha çok aksiyonun bulunması açısından ve Langdon serisindeki klasik Langdon karakteri dışında farklı karakterler olması bize Dan Bronw'ın farklı yazar yeteneklerini farklı kitaplarda da ustalıkla gösterebileceğini kanıtlamış oluyor.
      Kitabın konusu ve fikri orijinal. NASA ve uzay severlerin, bilim-kurgu hayranlarının kolaylıkla benimseyebileceği türden bir kitap. Kitapta olumsuz eleştiri yapacak pek nokta bulamasam da tek sıkıntılı gördüğüm nokta kitaptaki imkansız denilen şeylerin ve tesadüfler zincirinin bir araya gelerek "mucizeler" niteliğinde birçok sonuç doğurması kitabın gerçekçiliğini biraz sarsıyordu. Ama buna rağmen kaliteli kurgusu ve özgün karakterleri bu açığı kapatıp görmezden geleceğiniz kadar iyi değerlendirilmişti. Özellikle karakterlerin geçmişine ve geçmişindeki anılara değinilmesi onları daha gerçekçi kılıyordu ve kendinizi onlara daha yakın hissediyordunuz. Kitabın son sayfaları ise gerçekten okuyucuyu yerinden zıplatacak kadar heyecanlı ve atraksiyonluydu. Son sayfalar da kahkaha ile güleceğim kadar beni şaşırtan afallatan eğlenceli yerlerde vardı ve okuduğunuzda sizlerde kahkahalar atacaksınız ve beni haklı bulacaksınız. 
     Üslup ise klasik Dan Brown üslubuydu diyebiliriz. Ben dili kullanılmadan olay tüm ana karakterlerin hatta yan karakterlerin bile bakış açıları ve düşünceleri yansıtılarak, akıcı ve anlaşılır bir dille anlatılmıştı. Komik ve eğlenceli diyaloglara da yer verilerek olaya gerçekçi bir dille yaklaşılmıştı. Bu kitabı okuduktan sonra bahse girerim ki uzun süre aklınızdan çıkaramayacağınız ve herkese de gönül rahatlığıyla önerebileceğiniz bir kitap olacak ;)


Alıntılar
Düşman ne kadar büyük olursa, o kadar zor düşer.
Savaş hattı her zaman olduğunu sandığınız yerde değildir.
Tolland kendi kendine güldü. "Doğrusunu isterseniz Başkan'a çok benzeyen biri benden kendisine bir iyilik yapmamı istedi.'Cehennemin dibine git' diyecektim ama kendimi 'Peki efendim' derken buldum
Rachel sabahtan beri ilk kez güldü. "Kulübe hoşgeldin."
Birisi ne kadar çok şey bilirse, senaryo o kadar dehşet verici oluyordu.
Yenilmesini istiyorsan düşmanı iki cephede birden savaşmaya zorla.
Birden fazla açıklama olduğunda, en basiti genellikle doğrudur.
İtiraf edilmesini istediğin bilgiyi ortaya koy. Sonra daha beter bir iddiada bulun. Amaç, rakibi iki kötü seçenekten daha az kötü olanı seçmeye zorlamaktı.
Bilimin önsezilerle ilgisi yoktur, kanıtlarla ilgisi vardır.
Hiçbir şey, akbabaları ölümün kokusu kadar kendine çekmez.
Hayat zor kararlarla doludur ve kazananlar bu zor kararları verenlerdir.
Çoğu kurtarmak için azı feda et.


Puanım

Ovaların Kurdu Cengiz Han (Fatih #1) - Conn Iggulden | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Wolf of the Plains
Seri: The Conqueror #1
Sonraki Kitap: Okçuların Efendisi
Yayınevi: Koridor Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 451
Baskı Yılı: 2007
Goodreads Puanı: 4.32  (17,062 Oy)

Arka Kapak Yazısı

"Ben tepelerin toprağı ve kemikleriyim. Ben kışın kendisiyim"

  Babası kurulan bir tuzakta öldürüldüğünde, Kurtlar kabilesi hakanının ikinci oğlu Timuçin daha on bir yaşındaydı. Ailesi kabileden atıldı; yiyecek ya da barınakları bile olmadan, Moğol düzlüklerinin zorlu ortamında açlığa ve ölüme terk edildi. Kısa sürede yetişkinlerin dünyasına giren Timuçin hayata zor bir başlangıç yapmıştı ama doğanın ve insanların oluşturduğu tehditlerle başa çıkmayı öğrenerek hayatta kalmayı başardı. Başka yabancılarla birleşerek kendi kabile kimliğini yarattı. En zor dönemlerinden birinde, savaş halindeki bütün kabileleri birleştirme ve gümüş insanları kendi buyruğu altında toplama hayali zihninde canlandı. Böylece, Çimen Denizi´nin hakanı Cengiz oldu. 

  Cengiz Han´ı Cengiz Han yapan gerçeği sorgulamak insanlık tarihinde en büyük uğraşlardan biri olmuştur. Cengiz Han ki Moğol düzlüklerinde başıboş gezen bir kabileyi karşı konulmaz bir askeri birlik haline getirerek dünyanın büyük bir bölümünü fethetti ve yüzlerce yıl hüküm sürecek bir imparatorluk kurdu. Fatih dizisinin ilk kitabı olan Ovaların Kurdu denizler hakanı Cengiz Han´ın en erken dönemini merak edenler kadar onu hırsı yüzünden barbar olarak nitelendirme yanılgısına düşenler için de nefes kesici bir okuma sunuyor.

Yorum

  Merhaba! Fatih serisinin ilk kitabı Ovaların Kurdu Cengiz Han'ı nihayet bitirdim ve karşınızdayım. İlk olarak serinin dördüncü kitabını görüp beğenmiş ve okumaya karar vermiştim. Seri olduğunu öğrenince de ilk iki kitabı almıştım ve bir türlü okuyamamıştım. Şu sıralar daha çok klasiklerden okuduğum değişiklik yapmak istedim ve bu kitaba başladım.

  Cengiz Han hiç şüphesiz büyük ve gizemli bir insan, onun hakkında roman okuma fikri beni pek cezbetmişti ve serinin güzel olmasını çok istiyordum. Kitaba farklı bir heyecanla başladım, uzun zamandır tarihi roman da okumuyordum ve bu kitap güzel bir değişiklik oldu.

  Seri toplam beş kitaptan oluşuyor ve Ceniz Han'ın hayatını konu alıyor. İlk kitap Cengiz Han olmadan önceki dönemi konu alıyor, henüz Timuçin olduğu çocukluk dönemini. Kitapta Timuçin'in çocukluktan gençlik dönemine geçişini, Moğolistan kabilelerini bir araya getirme düşüncesinin nasıl şekillendiğini, zorlu geçen çocukluğunu okuyoruz.

  Kitap çok hızlı ve güzel başladı, yazar uzun ve sıkıcı bir giriş koymamış aksine sizi hemen konunun içine alabilecek türde bir giriş yazmış. Kitabın dili çok akıcı ve okurken şurayı da yazmakla neden uğraşmış demiyorsunuz, kendinizi 12.-13. yy Moğostan'ında göçebe halkla yaşarken buluyorsunuz. En azından ben kendimi kitaba çok kaptırdım ve kitabın dünyasına girdim, okumayı bırakıp yaşamaya başladım bir süre sonra. Kitabın dili kadar kurgusu ve akışı da iyi hazırlanmıştı. Kitaptaki aksiyonu çok beğendim, ne çok fazlaydı ne azdı. Karakterleri de çok sevdim, yazar karakterlerin ruh hallerini okura güzel yansıtıyor ve bu da karakterlerin daha etkileyici olmasını sağlamış. Karakterlerin acımasızlığı beni zaman zaman ürperttiyse de kitaba uygun ayrıntılardı.

  Göçebe yaşam ve Moğollar hakkında da daha çok bilgi sahibi oldum. Biraz acımasız ve ser bir halk. Zor şartlarda atın kanını ve sütünü karıştırarak içmeleri, beslenme tarzı gibi bazı ayrıntılar beni okurken şaşırtmadı değil. Hatta baya garip buldum. :D



  Kitabı okuyana kadar Cengiz Han'la ilgili çok bilgim yoktu, en azından ayrıntılı olarak. Kitapta bir çok şey öğrendim ve sonunda yazar da kendi eklediklerini ve gerçekten farklı olan şeyleri belirtiyor ki bu çok hoşuma gitti. Yazar gerçekten farklı bazı değiştirmeler yapmış ancak hepsi çok yerinde olmuş bence. Cengiz Han gibi güçlü bir insanın hayatını okumak gerçekten çok zevkli ve yazar da bunu başarılı bir şekilde ele alınca ortaya gerçekten güzel bir eser çıkmış.

  Ovaların Kurdu Cengiz Han'ı ben çok beğendim, seriye bir an önce devam etmek istiyorum ve serinin ilerledikçe daha da güzelleşeceğini düşünüyorum. Tarihi roman okumayı seviyorsanız ya da Cengiz Han ile ilgili bir şey kitap tam size göre. Her iki seçeneği yok saysak bile kitap bence okunmaya değer. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim, herkese iyi okumalar. :)

Alıntılar

O duyguları kendisini yok edemeyecekleri bir yere kilitlemek zorundaydı ama nereye kilitlerse kilitlersin, içten içe yanmaya devam edeceğini biliyordu. 
Dünyada adalet diye bir şey yoktu; babasının ölümünden beri bunu artık çok iyi öğrenmişti. İnsanlar bir kez doğduğunda, ruhlar hayatlarından çekiliyordu. Bir adam ya hayatın karşısına çıkardıklarına dayanmayı öğreniyor ya da eziliyordu. 
Gerçek dünyanın hayal gücünden çok daha az tatmin edici olduğunu uzun zaman önce öğrenmişti. 
"Her şey burada başladı," diye fısıldadı Timuçin. "Yeterince gizlendim. Artık dünya benden gizlensin!" 
Sevgi her anne için tuhaf bir şeydi ve mantıkla hiçbir ilgisi yoktu. 
"Bırak kendi yolunu bulsun, Hazar," dedi Kaçyun. "İzlemesi gereken yol, bizim onu götürmeye çalıştığımız yer olmayabilir." 
Biz gümüş halkız, Moğollarız. Sorduklarında, onlara kabileler olmadığını söyleyin. Beni o isimle bilecekler; Cengiz. Evet, onlara bunu söyleyin. Onlara Cengiz Han olduğumu ve karşımda kimsenin duramayacağını söyleyin.

Puanım


4.25